2. Bölüm - Darwinistler Sahtekarlıklarla Dünyayı Aldattılar 4/5
Australopithecuslar, soyu tükenmiş maymun
türleridir. "Güney maymunu" anlamına gelen bu canlılar, Darwinistler
tarafından insanların sözde ilk maymunsu ataları olarak kabul ettirilmeye
çalışılır. Soyu tükenmiş olmaları nedeniyle tüm diğer örneklerde olduğu gibi bu
maymun türü de, evrimciler tarafından bir spekülasyon malzemesi olarak
kullanılmıştır. Fakat Darwinistlerin Australopithecuslar
üzerine türettikleri senaryolar, diğer tüm örneklerde olduğu gibi yine bir
aldatmacaya dayanmaktadır.
Australopithecusların ilk olarak Afrika'da 4
milyon yıl kadar önce ortaya çıktıkları ve 1 milyon yıl öncesine kadar da
varlıklarını sürdürdükleri sanılmaktadır. Burada önemle belirtilmesi gereken
gerçek ise, Australopithecusların
tümünün, günümüz türdeşlerine benzeyen soyu tükenmiş maymunlar olmalarıdır.
Hepsinin beyin hacimleri, günümüz şempanzelerininkiyle aynı veya onlarınkinden
daha küçüktür. Dört ayakları üzerinde yürürler. Ellerinde ve ayaklarında
günümüz maymunlarındaki gibi ağaçlara tırmanmaya yarayan çıkıntılar mevcuttur
ve ayakları dallara tutunmak için kavrayıcı özelliklere sahiptir. Boyları
kısadır (en fazla 130 cm) ve aynı günümüz maymunlarındaki gibi erkek Australopithecus, dişisinden çok daha
iridir. Kafataslarındaki yüzlerce ayrıntı, birbirine yakın gözler, sivri azı
dişleri, çene yapısı, uzun kollar, kısa bacaklar gibi birçok özellik, bu
canlıların günümüz maymunlarından farklı olmadıklarını gösteren delillerdir.
Australopithecus = Şempanze Benzerliği
1. Şempanze | 2. Australopithecus |
Australopithecus ve şempanze kafatasları arasınadaki benzerlik, Australopithecus'un insanın atası değil, gerçek bir maymun türü olduğunun açık bir göstergesidir. |
Australopithecuslar açıkça birer maymun türü
olmalarına rağmen Darwinistler tarafından iki ayak üzerinde yürümeyi başaran
canlılar olarak tanımlanmaktadırlar. Bu bir aldatmacadır, çünkü Australopithecuslar ile ilgili olarak
elde bulunan fosillerden bu hayali senaryoyu doğrulayan tek bir örnek bile
bulunmamaktadır. Dolayısıyla bu canlılar üzerinde evrim senaryosu, bilimsel
hiçbir delile dayanmamaktadır.
Darwinistlere
göre Australopithecus cinsinin
çeşitli türleri bulunsa da, sadece Australopithecus
afarensis (1974 yılında bulunduğunda dünyaya sözde insanın evriminin ispatı
olarak sunulan "Lucy"nin temsil ettiği tür) insanın doğrudan atası
kabul edilir. Fakat söz konusu canlının insanın atası sayılamayacağı
Darwinistler tarafından da kabul edilmiş durumdadır. Ünlü Fransız Darwinist
bilim dergisi Science et Vie, Mayıs
1999 sayısında bu konuyu kapak yapmıştır. Australopithecus
afarensis türünün en önemli fosil örneği sayılan Lucy'i konu alan dergi,
"Adieu Lucy" (Elveda Lucy) başlığını kullanarak Australopithecus türü maymunların insan soyunun atası olmadığını ve
bu canlıların soy ağacından çıkarılması gerektiğini yazmıştır.67
Darwinist Science et Vie, "Adieu Lucy" (Elveda Lucy) başlığını kullanarak Australopithecus türü maymunların insan soyunun atası olmadığını itiraf etmiştir.
Dünyaca
tanınmış evrimci paleoantropolog Richard Leakey de, Lucy'nin evrim delili
olarak hiçbir geçerliliğinin olmadığını şu sözlerle belirtmektedir:
Lucy'nin
(Australopithecus afarensis) bir
pigme şempanze karışımından başka bir şey olmadığı çok ezici ve karşı
konulmayacak şekilde muhtemeldir. Maymundan insana geçişe dair varsayılan
deliller ikna edici olmaktan aşırı derecede uzaktır.68
Bütün
bunların yanı sıra, Australopithecuslar üzerinde yapılan çalışmalar
sonucunda evrimci Lord Zuckerman da, Australopithecusların sadece sıradan bir maymun türü
oldukları ve kesinlikle dik yürümedikleri sonucuna varmıştır.69
Bu
konudaki araştırmalarıyla ünlü diğer evrimci anatomist Charles E. Oxnard da Australopithecusların iskelet
yapılarının günümüz orangutanlarınınkine benzediği açıklamasını yapmıştır.70
1994
yılında İngiltere'deki Liverpool Üniversitesi'nden Fred Spoor ve ekibi, Australopithecus'un iskeleti ile ilgili
kesin bir sonuca varmak için kapsamlı bir araştırma yürütmüştür. İskeletlerde,
vücudun yere göre konumunu belirleyen "salyangoz" isimli bir organ
üzerinde incelemeler gerçekleştirilmiştir. Spoor'un vardığı sonuç, Australopithecus’un insanlarınkine
benzer bir yürüyüş şekline sahip olmadığıdır.71
2000
yılında B.G Richmond ve D.S Strait isimli bilim adamlarının gerçekleştirdiği ve
Nature dergisinde yayınlanan bir
araştırmada ise Australopithecusların
ön kol kemikleri incelenmiştir. Karşılaştırmalı anatomik incelemeler, bu türün
günümüzde yaşayan ve 4 ayak üzerinde yürüyen maymunlarla aynı ön kol
anatomisine sahip olduğunu göstermiştir.72
Bütün
bu deliller Australopithecusların
birer maymun türünden başka bir şey olmadığını açıkça ortaya koymaktadır.
Nitekim "Lucy" fosilinin kaşifleri evrimci paleoantropolog Donald
Johanson ve T. D. White, Science
dergisine yaptıkları açıklamada bu konuyla ilgili olarak şunları
söylemişlerdir:
Australopithecus fosilleri oldukça detaylı
bir şekilde incelendi: yürüyüş biçimleri, kulaklarının yapısı, diş gelişimi
örnekleri, uzun ve güçlü ön kollar, kısa arka bacaklar, ayaklarının biçimi,
küçük beyinleri, maymuna oldukça benzeyen kafatasları, çeneleri ve yüzleri.
Bunların tümü Australopithecus'ların
maymun olduğunu ve insan ile hiçbir ilişkilerinin bulunmadığını göstermektedir.
Lucy'i keşfeden Donald Johanson'un kendisi bile, bir süre sonra, Australopithecus Africanus (Lucy)'nin
insanlarla hiçbir bağlantısı olmadığı sonucuna varmıştır.73
Özetle
bilimsel olarak yapılan çalışmalar Australopithecusların
insanın hayali atası olduğuna dair iddiaların tümünü yalanlamıştır. Australopithecuslar birer maymun türüdür
ve insanın atası yakıştırması yalnızca Darwinistlerin hayali ve sahte teorileri
için kullanmaya çalıştıkları bir senaryodur.
Darwinistler
Australopithecuslar için kullandıkları aynı yöntemi, bir insan soyu olan
Neandertaller için de kullanmışlardır.
Neandertal
Adamı 1856 yılında Almanya'nın Düsseldorf kenti yakınlarındaki Neander
vadisinde bulunan fosillerle bilim literatürüne girdi. Kafatası ve bedenindeki
kemiklerde bulunan kıvrımlar, fosillerin evrimciler tarafından sözde ilkel bir
insan türü olarak değerlendirilmesine yol açtı.
1908
yılında bu kez Fransa'nın La Chapelle-aux-Saints bölgesinde Neandertal adamına
ait olduğu belirtilen, neredeyse eksiksiz bir iskelet bulundu. Kemikler dönemin
ünlü paleontolog ve jeoloğu Marcellin Boule tarafından birleştirildi.
Bu
birleştirme sonucunda ortaya çıkan Neandertal adamı eğik bir duruşa, öne çıkık
bir kafaya sahipti. Ayrıca bacakları da eklem yerlerinde kilitli kalıyor, tam
düz bir duruş sağlayamıyordu.
Bu
görünüm sayesinde, Neandertal adamı insanların zihinlerinde ilkel bir canlı
olarak yerleşti. Neandertaller, sahte çizimlerde de ilkel maymun adamlar olarak
gösterildiler.
Neandertal
hakkındaki bu yanlış kanı 100 yıl kadar sürdü. Fakat 1950'li yıllarda La
Chapelle iskeleti üzerinde yapılan analizler, iskeletin sahibi olan Neandertal
adamında bir tür eklem enfeksiyonu bulunduğunu saptadı. Gerçekte sağlıklı
bireyler normal bir insan gibi dik yürüyebiliyordu.
1985
yılında, aynı iskelet, bu kez Erik Trinkhaus isimli antropolog tarafından
incelendi. Bu inceleme Neandertallerin dik yürüyebildiğini doğrulamanın yanı
sıra, o zamana dek gizli kalmış bir gerçeği de ortaya çıkarıyordu: Marcellin
Boule, Neandertal'i kasıtlı olarak eğik göstermişti.74 1950'li yıllarda saptanan
eklem rahatsızlığı bu canlının dik yürümesine engel değildi. Anlaşılan, bir
Darwinist olan Boule, Neandertalin gerçek bir insan gibi dik yürüdüğünü
kabullenmek istememişti.
E.
Trinkaus ve W. W. Howells Scientific American dergisine yaptıkları açıklamada bu
konuda şu yorumu yapmışlardı:
Bugün
pek çok bilim adamı Neandertal insanının tamamen dik olarak ayakta durduğu ve
bir hastalık olmadığı durumlarda, özelliklerinin günümüz insanından hiçbir
farkı olmadığı hakkında fikir birliği içindedirler.75
Öte
yandan Neandertallerin kafatası hacminin büyüklüğü de evrimcileri bu konuda
çelişkili bir duruma soktu. Bunun nedeni ise, Neandertallerin kafatası hacminin
1700 cc civarında olmasıydı. Bu rakam günümüz insanınkinden 200 cc daha
büyüktür. Homo Sapiens'ten büyük
kafatasına sahip olan Neandertallerin evrimsel yönden sözde "ilkel"
bir tür olması, teori adına büyük bir tezattır.
Neandertal
uzmanı Erik Trinkhaus bu tür ile ilgili gerçeği şu sözlerle itiraf etmiştir:
Neandertallerin
anatomisinde ya da hareket, alet kullanımı, zeka seviyesi ve konuşma kabiliyeti
gibi özelliklerinde modern insandan aşağı sayılabilecek hiçbir şey yoktur.76
Neandertaller: İri Yapılı İnsanlar
1. Homo Sapiens Neanderthalensis, Amud 1 Kafatası | 2. Neandertal Kalıntısı |
Üstte, İsrail'de bulunan Homo sapiens neanderthalensis, Amud 1 kafatası yer alıyor. Bu fosilin sahibinin 1.80 m. boyunda olduğu tahmin edilmektedir. Beyin hacmi ise bugüne kadar rastlanılanların en büyüğüdür: 1740 cc. Bu nedenlerle bu fosil, Neandertallerin ilkel bir tür olduğu yönüandeki iddiaları çok kesin bir biçimde yıkan bir delil niteliğindedir. Yanda görülen Kebara 2 (Moşe) fosili bugüne kadar bulunmuş en iyi durumdaki Neandertal kalıntısıdır. 1.70 boyundaki bu fosilin iskelet yapısı günümüz insanından ayırt edilememektedir. Fosille beraber bulunan alet kalıntılarından, bu kişinin ait olduğu topluluğun, aynı dönemde, aynı bölgede yaşayan Homo sapiens topluluklarıyla aynı kültürü paylaştığı anlaşılmaktadır.
1. Dikiş Iğnesi | 2. Flüt |
Darwinistler, yıllarca Neandertalleri insanın maymunsu ataları olarak tanıtmışlardır. Oysa o döneme ait bu aletler, Neandertllerin günümüzdeki insanlardan farksız estetik ve sanat anlayışı olduğunu göstermektedir. Neandertaller, soyu tükenmiş bir insan ırkından başkası değildir. Evrime kanıt olarak gösterilmeye çalışmalarının tek nedeni soylarının tükenmiş olmasıdır.
Kuşkusuz
Neandertaller, bir insan ırkı oldukları için, günümüz ırkları ile aynı
özelliklere sahiptiler. Neandertal insanı yetenekli bir alet yapıcısı ve
başarılı bir avcıydı. Hatta müzik ve sanatla uğraşıyordu. Tıpkı günümüzdeki
toplumlar gibi kültürel ve sosyal bir yapıya sahipti, dini inanışları vardı.77
Dolayısıyla Neandertallerin oluşturduğu medeniyet, günümüz medeniyetlerinden
çok da farklı değildi.
Neandertallerle
ilgili Darwinistleri çıkmazda bırakan bir başka konu ise zamanlama problemidir.
Bulunan fosiller, Neandertallerle günümüz insanının aynı zamanda yaşadığını,
hatta çeşitli durumlarda daha sonra bile yaşadığını
göstermektedir. California Üniversitesi'nden evrimci biyolog Francisco J.
Ayala, bu durumu şu şekilde itiraf etmektedir:
Neandertallerin
anatomik olarak modern insanların atası olduğu düşünülüyordu, ama şimdi modern
insanların en azından 100.000 yıl önce ortaya çıktığını biliyoruz, Neandertal
fosillerinin ortadan kaybolmasından çok daha önceleri. Orta Doğu'daki
mağaralarda anatomik olarak modern olan insanların fosillerinin hem
Neandertalleri takip etmesi hem de onlardan önce gelmesi şaşırtıcıdır. Bu
mağaralardaki bazı modern insanlar 120.000-100.000 yıl öncesine aittirler,
Neandertaller ise 60.000-70.000 yıllıktırlar; modern insanlardan 40.000 yıl
sonra gelirler. İki formun başka bölgelerden göç ederek tekrar tekrar
birbirlerinin yerine mi geçtikleri yoksa bir arada mı oldukları veya
melezlenmenin mi olduğu belirgin değildir.78
Dolayısıyla
insanın sözde maymunsu atası olarak gösterilmeye çalışılan Neandertaller, soyu
tükenmiş bir insan ırkıdır. Günümüzde insanların kendi ırklarına özgü farklı
özellikler göstermesi gibi, bu tür de yalnızca farklı ırk özelliklerine
sahiptir. Bu özelliklerin evrime bir delil olarak kullanılması büyük bir
sahtekarlıktır. Nitekim Neandertal adamı fosili 1978 yılında literatürden
çıkarılmıştır. Ancak Neandertaller halen, evrimin en büyük kanıtıymış gibi
Darwinist kaynaklarda yer almaya devam etmektedir.
Günümüzde
Neandertal adamı ile ilgili spekülasyonların hala bazı evrimci yayınlarda
sürdürülmesindeki amaç, Neandertallerle ilgili gerçekleri bilmeyen, bu sahte
ara formun bilimsel anlamda iptal edilmiş olduğunun farkında olmayan kişileri
etkileyebilmek, onları aldatabilmektir. İşte bu nedenle Australopithecuslar ve Neandertallerle
ilgili gerçeklerin her fırsatta gündeme getirilmesi ve Darwinist aldatmacaya
son verilmesi büyük önem taşımaktadır.
12.
Piltdown Adamı Bir Sahtekarlıktır
Ünlü
bir doktor ve aynı zamanda da amatör bir paleontolog olan Charles Dawson, 1912
yılında, İngiltere'de Piltdown yakınlarındaki bir çukurda, bir çene kemiği ve
bir kafatası parçası bulduğu iddiasıyla ortaya çıktı. Çene kemiği maymun
çenesine benzemesine rağmen, dişler ve kafatası insanınkilere benziyordu. Ele
geçirilen fosillere "Piltdown Adamı" adı verildi, 500 bin yıllık bir
tarih biçildi ve fosil insanın hayali evrimine en önemli delil olarak
İngiltere'deki British Museum'da sergilenmeye başladı. 40 yılı aşkın bir süre
boyunca hakkında birçok bilimsel makaleler yazıldı, yorumlar ve çizimler
yapıldı. Dünyanın farklı üniversitelerinden 500'ü aşkın akademisyen, Piltdown
Adamı üzerine doktora tezi hazırladı.79
1. Sahte Piltdown Adamı Kafatası |
Piltdown Adamı fosili, yeni ölmüş bir orangutan çenesine insan kafatası monte edilmesiye üretilmiş bir sahte fosildir. Bu sahte fosil, British Museum'da yaklaşık 40 yıl boyunca insanın hayali evrimine kanıt olarak sergilenmiştir. Sahtekarlığın ortaya çıkmasının ardından ise, 1949 yılında fosil, alelacele müzeden kaldırılmış, literatürden çıkarılmıştır. Ancak kuşkusuz bu fosil, Darwinistler açısından bir utanç vesilesi olarak tarih kitaplarındaki yerini almıştır. |
Ünlü
Amerikalı paleoantropolog H. F. Osborn da 1935'te British Museum'u ziyaretinde,
"Doğa sürprizlerle dolu; bu, insanlığın tarih öncesi devirleri hakkında
önemli bir buluş" diyordu.80
Oysa
Piltdown Adamı, büyük bir sahtekarlık,
bilinçli şekilde yapılmış büyük bir
hileydi.
1949'da
ise British Museum'un paleontoloji bölümünden Kenneth Oakley yeni bir yaş
belirleme yöntemi olan "flor testi" metodunu, bazı eski fosiller
üzerinde denemek istedi. Bu yöntemle, Piltdown Adamı fosili üzerinde de bir deneme
yapıldı. Yapılan testte Piltdown Adamı'nın çene kemiğinin hiç flor içermediği
anlaşıldı. Bu, çene kemiğinin toprağın altında birkaç yıldan fazla kalmadığını gösteriyordu. Az miktarda flor
içeren kafatası ise sadece birkaç bin yıllık olmalıydı.
Flor
metoduna dayanılarak yapılan sonraki kronolojik araştırmalar, kafatasının ancak
birkaç bin yıllık olduğunu ortaya çıkardı. Çene kemiğindeki dişlerin ise suni olarak aşındırıldığı, fosillerin
yanında bulunan ilkel araçların da çelik aletlerle yontulmuş adi birer taklit olduğu anlaşıldı.81
Weiner'in
yaptığı detaylı analizlerle bu sahtekarlık 1953 yılında kesin olarak ilan
edildi. Kafatası 500 yıl yaşında bir insana, çene kemiği de yeni ölmüş bir
orangutana aitti! Dişler, insana ait olduğu izlenimini vermek için sonradan
özel olarak eklenmiş ve sıralanmış, eklem yerleri de törpülenmişti. Daha sonra
da bütün parçalar, eski görünmeleri için potasyum-dikromat ile
lekelendirilmişti. Bu lekeler, kemikler aside batırıldığında kayboluyordu.
Sahtekarlığı ortaya çıkaran ekipten Le Gros Clark, "Dişler üzerinde
yıpranma izlenimini vermek için yapay olarak oynanmış olduğu o kadar açık ki,
nasıl olur da bu izler dikkatten kaçmış olabilir?" diyerek şaşkınlığını
gizleyemiyordu.82
Bu
şaşırtıcı gerçeği bilim yazarı Hank Hanegraaff şu şekilde dile getirmişti:
Marvin
Lubenov'un açıklamalarına göre: "Alt çenedeki orangutan dişlerinin
üzerindeki törpü izleri açıkça görünür şekildeydi. Azı dişleri yanlış şekilde
dizilmişti ve iki farklı açıdan törpülenmişti. Köpek dişi de iki farklı açıdan
törpülenmişti. Köpek dişi öyle derin şekilde törpülenmişti ki pulpanın kavitesi
açığa çıkmış sonra içi doldurulmuştu."83
Evrimci
biyolog Keith Steward Thomson, Piltdown Adamı ile ilgili bu büyük yalanı,
"1912 yılındaki Piltdown Adamı sahtekarlığı, tüm bilimsel sahtekarlıkların
en başarılı ve en haincelerinden biridir."84 şeklinde yorumluyordu.
Bu
şaşırtıcı ve Darwinistler adına utanç verici keşfin ardından Piltdown Adamı, 40
yılı aşkın bir süredir sergilenmekte olduğu British Museum'dan alelacele çıkarıldı.
Darwinist sahtekarlık o kadar ileri boyutlardaydı ki, 40 yıl boyunca el yapımı
bir fosil bütün bilim çevrelerini ve bütün insanlığı aldatmıştı. Kuşkusuz bu,
evrim tarihindeki en büyük kara lekelerden biri olarak yerini alacaktı. Evrimci
antropoloji profesörü Pat Shipman bu büyük aldatmacanın etkisini şu şekilde
tarif ediyordu:
Keşfi
1912 yılında açıklanan Piltdown fosilleri, bu kalıntıların hileyle
yerleştirilmiş, değiştirilmiş bir sahtekarlık olduğunun anlaşılmasına yani 1953
yılına kadar, paleoantropolojinin en büyük beyinlerinin pek çoğunu aldattı.85
Gazeteci,
yazar ve filozof Malcolm Muggeridge ise Piltdown Adamı fosili gibi
sahtekarlıklarla ayakta tutulmaya çalışılan Darwinizm'in tüm insanlığı
düşürdüğü durumu şu sözlerle tarif ediyordu:
Evrim
teorisinin, özellikle de onun uygulandığı alanların, gelecekte tarih
kitaplarındaki en büyük espri konularından biri olarak yerini alacağına ikna
oldum. Gelecek nesiller, oldukça zayıf ve şüpheli hipotezin inanılmaz bir
saflıkla kabul edilebilmesini şaşkınlıkla karşılayacaklardır...86
Piltdown
sahtekarlığı, kendilerince yaratılış inancını zihinlerden silebilmek, insanın
tesadüfen, kendi başına, sorumsuzca meydana geldiği yalanına insanları
inandırabilmek için gerçekleştirilmiş, deccali sistem olan ateist masonluğun
bir oyunudur. Fakat Allah'ın muhteşem yaratışı ve eşsiz eserleri öylesine açık
ve belirgindir ki, günümüz bilimi ile gelinen noktada bunların görülmemesi
mümkün değildir. Deccal'in dünya çapındaki bu beyhude çabaları, onu ve
takipçilerini küçük düşürmekte, Darwinizm yalanının büyük bir başarısızlık
olduğunu açıkça göstermektedir. Yüce Rabbimiz olan Allah, insanı nasıl
yarattığını ayetleriyle haber vermiştir ve evrendeki tüm deliller bu üstün
yaratılışı açıkça göstermektedir:
Ki O,
yarattığı herşeyi en güzel yapan ve insanı yaratmaya bir çamurdan başlayandır.
Sonra onun soyunu bir özden (sülale'den), basbayağı bir sudan yapmıştır. Sonra
onu 'düzeltip bir biçime soktu' ve ona Ruhundan üfledi. Sizin için de kulak,
gözler ve gönüller var etti. Ne az şükrediyorsunuz? (Secde Suresi, 7-9)
13.
Nebraska Adamı Bir Sahtekarlıktır
1922'de,
Amerikan Doğa Tarihi Müzesi müdürü Henry Fairfield Osborn, Batı Nebraska'daki
Yılan Deresi yakınlarında, Pliosen dönemine ait bir azı dişi fosili bulduğunu
açıkladı. Bu diş, iddiaya göre, insan ve maymunların ortak özelliklerini
taşımaktaydı. Çok geçmeden konuyla ilgili çok derin bilimsel tartışmalar
başladı. Bazıları bu dişin sahibini Pithecanthropus
erectus olarak yorumluyorlar, bazıları ise bunun insana daha yakın olduğunu
söylüyorlardı. Büyük tartışmalar yaratan bu diş fosiline "Nebraska
Adamı" adı verildi. "Bilimsel" ismi de hemen peşinden geldi: Hesperopithecus haroldcooki.
Bu
tek dişe dayanılarak Nebraska Adamı'nın kafatası ve vücudunun
rekonstrüksiyonları yapıldı. Hatta daha da ileri gidilerek Nebraska adamının
ailesinin doğal ortamda resimleri yayınlandı. Bütün bu senaryolar tek bir
dişten üretilmişti. Evrimci çevreler bu "hayalet adamı" o derece
benimsediler ki, William Bryan isimli bir araştırmacı, tek bir azı dişine
dayanılarak bu kadar peşin hükümle karar verilmesine karşı çıkınca, bütün
şimşekleri üzerine çekti.
Ancak 1927'de iskeletin öbür parçaları da bulundu. Bulunan yeni parçalara göre bu diş ne maymuna ne de insana aitti. Dişin, Prosthennops adı verilen Amerikan yaban domuzunun soyu tükenmiş bir cinsine ait olduğu anlaşıldı. William Gregory, bu yanılgıyı duyurduğu Science dergisindeki makalesine şöyle bir başlık atmıştı: "Görüldüğü kadarıyla Hesperopithecus ne maymun ne de insan."87
Bilim
yazarı Hank Hanegraaff konuyla ilgili gelişmeleri şu şekilde anlatmaktadır:
1922
yılında Nebraska'da bir diş keşfedildi. Biraz hayal gücü ile bu diş mitolojik
bir çene kemiğine, çene kemiği bir kafatasına, kaftası bir iskelete
yerleştirildi. Ve iskelete bir yüz, özellikler ve tüyler eklendi. Bu hikaye
Londra gazetelerini vurduğunda yalnızca "Nebraska Adamı"nın resmi
değil, aynı zamanda "Nebraska Kadını"nın da resmi vardı. Bunların
tümü yalnızca tek bir dişten ortaya çıkmıştı. Bir de iskelet bulunmuş olsaydı
neler olacağını siz düşünün. Belki de bir yıllık yayınlanırdı.
Bu
keşiften bir süre sonra buna benzer bir diş jeolog Harold Cook tarafından
bulundu. Bu defa diş gerçek kafatasına yerleştirildi ve kafatası da bir yaban
domuzunun iskeletine yerleştirildi. Böylece, "bilimsel" olarak Hesperopithecus
haroldcookii olarak isimlendirilen Nebraska adamının bir mit olarak maskesi düştü.88
Bu
olay sonucunda Hesperopithecus haroldcooki ve "ailesi"nin tüm
çizimleri alelacele literatürden çıkarıldı. Nebraska Adamı, aslında
Darwinistlerin tek bir dişi bahane ederek nasıl hayali bir evrim senaryosu
meydana getirebileceklerinin önemli bir göstergesidir. Diş fosili, canlının
genel anatomisine dair neredeyse hiçbir bilgi vermemesine rağmen, bir yaban
domuzu dişinden yola çıkılarak Nebraska Adamının ve ailesinin resimlerinin
çizilmesi ve bu sahtekarlığın deşifre edilene kadar bilim olarak lanse edilmeye
çalışılması, büyük bir mantık hezimeti, Darwinizm adına büyük bir utançtır.
Fakat bu örnek, Darwinist sahtekarlıkların önünü kesmemiş, Darwinist
aldatmacalara bilinçli şekilde devam edilmiştir.
14.
Sanayi Kelebekleri İddiası Bir Sahtekarlıktır
19.
yüzyıl ortalarında İngiltere'de sanayi devriminin başladığı sıralarda, endüstri
ağırlıklı bölgelerdeki ağaçların kabukları açık renklidir. Bu nedenle bu
ağaçların üzerine konan Biston betularia
türündeki kelebeklerin koyu renkli varyantları (melanik kelebekler), burada
beslenen kuşlar tarafından kolay fark edilir ve av olurlar. Fakat elli yıl
sonra endüstri kirliliğinin sonucunda ağaçların gövdelerini saran bir tür yosun
olan likenler ölür ve ağaç gövdeleri kararır. Bu kez açık renkli kelebekler
ağaç gövdelerinde daha belirgin olduklarından kuşlar tarafından sık olarak
avlanmaya başlarlar. Sonuçta açık renkli kelebekler sayıca azalırken, koyu
renkli melanik kelebekler yem olmadıkları için çoğalırlar.
Evrimciler
bu durumu, doğal seleksiyon ile evrim iddialarına önemli bir delil olarak büyük
bir hararetle sahiplendiler. Ardından da her zamanki sahtekarlık yöntemini
kullanarak, açık renkli kelebeklerin zamanla evrim geçirerek koyu renkli
kelebeklere dönüştüğü gibi bir göz boyamaya giriştiler. Bu iddia, sözde
"iş başındaki evrim" (evolution in action) tanımıyla bütün dünyaya
tanıtıldı. Oysa gerçekler çok daha farklıydı, bu kelebekler hiçbir şekilde
evrimsel bir değişime uğramadıkları gibi, ortada bir büyük Darwinist
sahtekarlık vardı.
Darwinist
bir tıp doktoru ve amatör bir biyolog olan H.B.D. Kettlewell, 1953 yılında bir
dizi deney yaparak bu olayı gözlemlemeye karar verdi. İngiltere'nin kırlarında
bu kelebeklerin yaşam alanlarında gözlemler ve deneyler yaptı. Kettlewell,
deneyleri sonucunda, açık renkli likenlerin bulunduğu ağaçların üzerinde koyu
renkli kelebeklerin daha çok avlandığını tespit etti. Ve bunu, Darwinizm adına
adeta büyük bir buluşmuş gibi Scientific
American dergisinde, "Darwin's Missing Evidence" (Darwin'in Kayıp
Kanıtı) başlığı altında duyurdu. 1960 yılına gelindiğinde Kettlewell'in
hikayesi bütün ders kitaplarında yerini almıştı.
İddianın
ortaya atılmasından neredeyse bir yıl sonra, 1985 yılında ise bu konuyla ilgili
gariplikler fark edilmeye başlandı. Craig Holdrege isimli genç bir Amerikalı
biyoloji öğretmeni, yaptığı araştırma sonucunda Kettlewell'in yakın arkadaşı
olan ve onun deneylerine katılan Sir Cyril Clarke'ın notlarında ilginç bir
ifadeye rastladı. Şöyle diyordu Clarke:
Gözlemlediğimiz
tek şey, kelebeklerin günü nerede geçirmedikleri oldu. 25 yıl içinde, ağaç
gövdelerinde veya bizim kurduğumuz tuzakların yanındaki duvarlarda sadece iki
tane Betularia bulabildik.89
Holdrege
uzun zamandır öğrencilerine ağaç gövdelerine konmuş kelebeklerin fotoğraflarını
gösteriyor ve kuşların daha görünür olanları seçip avladığını anlatıyordu. Ama
şimdi bu kelebeği 25 yıl boyunca araştırmış birisi, bunları ağaç gövdelerine
konmuş halde sadece iki kere gördüğünü söylüyordu. Çok geçmeden bu hikaye
hararetli bir bilimsel tartışmaya dönüştü. Sonuçta yapılan bilimsel
araştırmalar şu sonucu ortaya çıkarmıştı:
Kettlewell'in
deneylerinden daha sonra yapılan birçok araştırma, söz konusu kelebeklerin
sadece bir tipinin ağaç gövdesine konduğunu, diğer tüm tiplerin, yatay dalların
alt kısımlarını tercih ettiğini ortaya koydu. 1980'li yıllardan itibaren,
kelebeklerin ağaç gövdelerine çok çok nadir olarak konduğu herkesçe kabul
gördü. Bu konuda 25 yıllık bir çalışma yapan Cyril Clarke ve Rory Howlett,
Michael Majerus, Tony Liebert, Paul Brakefield gibi birçok bilim adamı,
"Kettlewell'in deneyinde kelebeklerin doğal davranışları dışında
davranmaya zorlandıklarını, deney sonuçlarının bu yüzden bilimsel kabul edilemeyeceğini"
bildirdiler.
Kettlewell'in
deneyini inceleyen araştırmacılar daha da çarpıcı bir sonuçla karşılaştılar:
İngiltere'nin kirliliğe uğramamış bölgelerinde açık renkli kelebeklerin daha
fazla olması beklenirken, koyuların oranı açık renklilerden dört kat fazlaydı. Yani Kettlewell'in iddia ettiği ve hemen
her evrimci kaynakta tekrarlandığı gibi, kelebek nüfusundaki oranla, ağaç
kabukları arasında bir ilişki yoktu.
Amerikalı
lepidopterist (kelebekler üzerinde bilimsel araştırma yapan kişi) Ted Sargent ve
diğer araştırmacılar söz konusu güvelerin ağaç kabukları üzerine konmadıkları,
ağaçların yüksek dallarının altına gizlendikleri gerçeğine dikkatleri çekti.
Yalnızca bu değil, aynı zamanda söz konusu güveler gündüzleri uyuyor, geceleri
uçuyorlardı. Yani kuşlar uyurken!90 İşin aslı araştırıldıkça,
skandalın boyutları daha da büyüdü: Kettlewell tarafından fotoğrafları çekilen
"ağaç kabuğu üzerindeki güve kelebekleri", aslında ölü kelebeklerdi. Gerçekte kelebekler
ağaç gövdesine değil dalların alt kısmına kondukları için, böyle bir resim elde
etme imkanı pek yoktu. Dolayısıyla Kettlewell bu ölü canlıları iğne ve tutkal
ile ağaca tutturmuş ve öyle görüntülemişti.91
Darwinistlerin
yaklaşık bir yüzyıl boyunca gururla bilimsel bir kanıt gibi gösterdikleri
kelebeklerin birer sahtekarlıktan ibaret olduğunun öğrenilmesi sonucunda New York Times şu yorumu yapıyordu:
İş
başındaki evrimin en ünlü örneği, şimdi artık en büyük rezalet haline gelmiş
olmalı.92
Chicago
Üniversitesi evrim biyoloğu Jerry Coyne bu büyük sahtekarlığı 1998 yılında
öğrendiğinde, yıllardır öğrencilerine öğrettiği sanayi kelebekleri hikayesinin
bir aldatmaca olmasından dolayı "utanç" duyduğunu yazmış ve şunları
söylemişti: "Bu tıpkı 6 yaşımdayken, Noel arifesinde hediyeleri Noel babanın
değil de babamın getirdiğini keşfettiğim zamanki hayal kırıklığım gibiydi.93
Endüstri kirliliğinin sonucunda ağaçların gövdelerini saran bir tür yosun olan likenler ölür ve ağaç gövdeleri kararır. Açık renkli kelebekler koyu ağaç gövdelerinde daha belirgin olduklarından kuşlara daha fazla av olurlar. Dolayısıyla açık renkli kelebekler sayıca azalırken, koyu renkli kelebekler yem olmadıkları için sayıca fazlalaşırlar. Bir kelebek türünün sayıca çok olması, kuşkusuz ki bir evrimleşme değildir. Fakat Darwinistler, bunu bir aldatma yöntemi olarak kullanır ve sözde evrime delil göstermeye çalışırlar. |
Tüm
bu gerçeklerin ortaya çıkmasıyla birlikte, "Darwin'in kayıp kanıtı"
olarak gösterilen sanayi devrimi kelebekleri hikayesinin dev bir aldatmacadan
ibaret olduğu anlaşılmıştır. On yıllardır dünyanın dört bir yanında yüz
milyonlarca insan, ağaç kabuklarına iğnelenmiş birkaç ölü kelebeğin fotoğrafı
ve sürekli tekrarlanan köhne bir hikaye ile yanlış bilgilendirilmiştir. Asıl
olan gerçek şudur: Darwin'in ihtiyaç duyduğu kanıtlar yoktur ve bunların günün
birinde bulunması da imkansızdır. Çünkü canlılar
evrimleşmemişlerdir.
İlginç
olan sanayi devrimi kelebeklerinin halen bazı ders kitaplarında bir evrim
kanıtı gibi sunulmaya devam ediliyor oluşudur. Darwinistler bu yolla, bunun bir
sahtekarlık olduğunu bilmeyen genç beyinleri aldatmayı amaçlamaktadır. Oysa
açıkça ortaya çıkmasına rağmen bir sahtekarlığı, hala kanıt olarak göstermeye
çalışmak, Darwinizm'in çaresizliğinin, delilsizliğinin ve ideolojik bir
sahtekarlıktan ibaret olduğunun kanıtıdır. Yaratılış gerçeği apaçıktır. Bu açık
gerçekten kaçan Darwinistler, yalanın ve hilekarlığın bir çözüm olacağını
zannetmektedirler. Oysa Allah, hileyi, batıl ve sahte dini, mutlaka ortadan
kaldıracaktır.
De ki:
"Hak geldi, batıl yok oldu. Hiç şüphesiz batıl yok olucudur." (İsra
Suresi, 81)
15.
Haeckel'in Embriyo Çizimleri Bir Sahtekarlıktır
Ernst Haeckel ve sahte embriyo çizimleri.
Ernst
Haeckel 1868'de yazdığı Natürliche
Schöpfungsgeschichte (Doğal Yaratılış Tarihi) isimli kitabında insan,
maymun ve köpek embriyolarını kullanarak bazı karşılaştırmalar yaptığını öne
sürdü. Yaptığı çizimler, birbirleri ile neredeyse tamamen aynı canlı
embriyolarından oluşuyordu. Haeckel, bu çizimden yola çıkarak söz konusu
canlıların ortak bir kökenden geldiklerini savunmuştu.
Ama
aslında durum farklıydı. Haeckel, tek bir embriyo çizimi yapmış, sonra da bunu
kasıtlı olarak küçük farklılıklara uğratarak insan, maymun, köpek embriyosu
diye yan yana getirmişti. Yani açıkça sahtekarlık yapmıştı.
İşte
Darwin'in İnsanın Türeyişi kitabına
kaynak olarak gösterdiği sözde "bilimsel çalışma"(!) buydu. Aslında
Darwin bu kitabı yazmadan önce, Haeckel'in çizimlerinin bir çarpıtmadan ibaret
olduğunu fark eden kişiler olmuştu. Hatta Haeckel'ın kendisi dahi
sahtekarlığının ortaya çıkmasının ardından yaptığı bu büyük bilimsel aldatmacanın
itirafını yapıyordu:
Bu
yaptığım sahtekarlık itirafından sonra kendimi ayıplanmış ve kınanmış olarak
görmem gerekir. Fakat benim avuntum şudur ki; suçlu durumda yanyana
bulunduğumuz yüzlerce arkadaş, birçok güvenilir gözlemci ve ünlü biyolog vardır
ki, onların çıkardıkları en iyi biyoloji kitaplarında, tezlerinde ve
dergilerinde benim derecemde yapılmış sahtekarlıklar, kesin olmayan bilgiler,
az çok tahrif edilmiş, şematize edilip yeniden düzenlenmiş şekiller bulunuyor.94
Ama
Darwinistlere göre, Darwinizm dogmasının ayakta kalabilmesi için, eldeki tek
tük sahte kanıtlardan birinin o veya bu şekilde insanlara "evrimin
kanıtı" olarak duyurulması gerekiyordu. Kendilerince yapılan sahtekarlık
veya onun diğer Darwinistler tarafından fark edilmiş olması önemli değildi;
Darwinistlere göre önemli olan sahte de olsa insanlara bir evrim kanıtı sunmuş
olmaktı.
İşte
bu sebeple sahtekarlığın anlaşılmasına rağmen, Darwin ve onu destekleyen
biyologlar Haeckel'in çizimlerini referans olarak kabul etmeye devam ettiler.
Bu da Haeckel'e cesaret verdi. Haeckel, ilerleyen yıllarda bir dizi
karşılaştırmalı embriyo çizimi daha yaptı. Balık, semender, kaplumbağa, tavuk,
tavşan ve insan embriyolarını yan yana gösteren şemalar hazırladı. Bu şemalarda
dikkati çeken yön, bu farklı canlıların embriyolarının ilk başta birbirlerine
çok benzemeleri, gelişim süreci sırasında yavaş yavaş farklılaşmalarıydı.
Özellikle insan embriyosunun balık embriyosuna olan benzerliği çok dikkat
çekiciydi. Öyle ki, insan embriyosu çizimlerinde, aynı balıktaki gibi hayali
"solungaç"lar bile görülüyordu. Haeckel bu çizimlerin verdiği sözde
bilimsellik görüntüsü ile "rekapitülasyon teorisini" ilan etti:
"Ontojeni, Filojeniyi Tekrar Eder" (Bireyoluş, Soyoluşun Tekrarıdır).
Bu sloganın anlamı şuydu: Haeckel'e göre, her canlı, yumurtasında veya
annesinin rahminde geçirdiği gelişim sırasında, kendi türünün sözde
"evrimsel tarihini" baştan yaşıyordu. Bu sahte teoriye göre insan
embriyosu anne karnında ilk başta balığa benziyor, ilerleyen haftalarda semender,
sürüngen, memeli gibi aşamalardan geçtikten sonra, insana
"evrimleşiyor"du.
Oysa
bu büyük bir sahtekarlıktı.
1. Balık | 4. Tavuk |
A. Üstte, Haeckel'in sahte çizimleri | B. Altta, çizimlerin olması gereken gerçek halleri |
1990'larda,
İngiliz embriyolog Michael Richardson omurgalı embriyolarını mikroskop altında
inceledi ve bunların Haeckel'in çizimlerine hiçbir şekilde benzemediğini tespit
etti. Richardson ve ekibi yaptıkları çalışmanın ardından Ağustos 1997'de Anatomy and Embryology dergisinde
embriyoların gerçek fotoğraflarını yayınladı. Görünüşe göre Haeckel çizimlerde
çeşitli kalıp desenler kullanmış ve embriyoların birbirlerine benzemesi için
bunların üzerinde çeşitli tahrifatlar yapmıştı. Embriyolara hayali organlar
eklemiş, bazılarından organları çıkarmış, büyüklükleri çok farklı olan
embriyoları aynı boyda gibi göstermişti. Haeckel'in insan embriyosunda
"solungaç" diye gösterdiği yarıkların ise solungaçlarla hiçbir ilgisi
yoktu: Bunlar, gerçekte insanın orta kulak kanalının, paratiroidlerinin ve
timüs bezlerinin başlangıçlarıydı. Embriyolar gerçekte birbirlerine hiç
benzemiyorlardı. Haeckel yaptığı çizimlerde olabilecek her türlü tahrifatı
yapmıştı.
Uzun
zaman boyunca sahte bir evrim kanıtı olarak gündemde tutulmaya çalışılan
Haeckel'in çizimleri 5 Eylül 1997 tarihli Science
dergisinde "Haeckel'in Embriyoları: Sahtekarlık Yeniden Keşfedildi"
başlığıyla yayınlandığında, ortada bir sahtekarlık olduğu artık bütün bilim
dünyasında kabul görmüştü. Söz konusu yazıda şu bilgiler yer alıyordu:
Richardson
ve ekibinin bildirdiğine göre, Haeckel sadece organlar eklemek ya da çıkarmakla
kalmamış, aynı zamanda farklı türleri birbirlerine benzer gösterebilmek için
büyüklükleri ile oynamış, bazen embriyoları gerçek boyutlarından on kat farklı
göstermiş. Dahası Haeckel farklılıkları gizleyebilmek için, türleri
isimlendirmekten kaçınmış ve tek bir türü sanki bütün bir hayvan grubunun temsilcisi
gibi göstermiş. Richardson ve ekibinin belirttiğine göre, gerçekte birbirlerine
çok benzer olan balık türlerinin embriyolarında bile, görünümleri ve gelişim
süreçleri açısından çok büyük farklılıklar bulunuyor. Richardson
"(Haeckel'in çizimleri) biyolojideki en büyük sahtekarlıklardan biri gibi
gözüküyor" diyor.95
Mart
2000 yılında Harvard Üniversitesi'nden evrimci paleontolog Stephen Jay Gould
ise, söz konusu sahtekarlığın çoktan farkında olduğunu söylüyordu. Ama
deccaliyetin bir gereği olarak sessiz kalmayı tercih etmişti.96
Çizimlerin bir sahtekarlık olduğunun kamuoyu tarafından öğrenilmesinin ardından
da Gould, bu çizimlerin halen kullanılmasının akademik anlamda cinayet olduğunu
belirtiyor ve şunları söylüyordu:
Bence,
modern ders kitaplarının çoğunluğunda olmasa da büyük bir bölümünde, bu
çizimlerin hala yer almasına izin veren akılsız bir geri dönüşüm çağından
dolayı hem şaşkınlık duymalı, hem de utanmalıyız.97
Haeckel'in
sahtekarlığı o kadar açıktı ve o kadar büyüktü ki, Haeckel, beş ayrı profesör
tarafından konu ile ilgili olarak sahtekarlık yapmakla suçlandı ve Jena'daki
üniversite mahkemesi tarafından suçlu bulundu.98
İngiltere
Doğa Tarihi müzesinden Sir Gavin de Beer
ise bu büyük bilimsel utancı şu sözlerle dile getiriyordu:
Kolay,
düzenli ve inandırıcı, eleştirel bir inceleme yapılmadan geniş kitleler
tarafından kabul edilmiş olan Haeckel'in 'rekapitülasyon teorisi' gibi çok
nadir iddia, bilime bu kadar büyük bir zarar vermiştir.99
Üstte, günümüzde bir biyoloji kitabı, Haeckel'in sahte çizimlerini kullanarak sahte evrim propagandası yapıyor. Bu durum, Darwinist aldatmacanın ne kadar geniş çapta ve pervasızca uygulandığının önemli bir kanıtıdır. |
Darwin'den
- ve özellikle de Freud'dan - itibaren, psikologlar insanın sadece evrimleşmiş
bir hayvan olduğunu farz etmiş ve davranış problemlerini hayvani bir bazda
değerlendirmişlerdir. İnsan problemleri ile ilgilenirken maymunlarla ve diğer
hayvanlarla (hatta böceklerle) yapılan deneyler rehber olarak kullanılmıştır.
Çok
önceleri bilimsel olarak geçersizliği ispatlanmış olmasına rağmen,
rekapitülasyon teorisinin acı meyveleri toplumun birçok alanında gelişmeye
başladı…100
Bilimsel
anlamda bir utanç olarak nitelendirilen, bazı evrimciler tarafından bile bir
delil olarak sunulması şaşkınlıkla karşılanan Haeckel'in sahte çizimleri,
hayret verici bir şekilde halen çeşitli ders kitaplarında yerini korumaktadır.
Bu şaşırtıcı durum, Darwinizm aldatmacasının hangi boyutlara ulaştığını
gösterir niteliktedir. California Üniversitesi'nden moleküler biyolog Jonathan
Wells bu durumu şu şekilde açıklamaktadır:
Pek
çok ders kitabı Haeckel'in çizimlerinin çok az farklı yeni versiyonlarını
kullanmaktadır. Bunun bir örneği, Peter Raven ve George Johnson'un Biology adlı
kitabının 1999 baskısıdır...
Diğer
bir örnek, Cecie Starr ve Ralph Taggart'ın 1998 baskılı, The Unity and
Diversity of Life (Hayatın Birliği ve çeşitliliği) adlı kitabıdır. ... James
Gould ve William Keeton'ın Biological Science (Biyoloji Bilimi) adlı kitabının
son baskısı ise şu ifadeye yer vermektedir: "Darwin'i evrim fikrine
götüren embriyolojik bir gerçek, çoğu omurgalının erken dönem embriyolarının
birbirlerine yakından benzemesidir." Burton Guttman'ın 1999 baskılı Biology
ders kitabı ise Haeckel'in embriyo çizimlerinin yeniden çizilmiş yeni
versiyonunu şu başlıkla vermektedir: "Bir hayvanın embriyolojik gelişimi
onun atalarının yapılarına ilişkin ipuçları taşır."101
Haeckel'in
sahte çizimlerinin halen biyoloji ders kitaplarında, sanki evrime bir delilmiş
gibi kullanılması kuşkusuz ki basit bir hata değildir. Sahte olmalarına rağmen
bu çizimlere, ders kitaplarında kasıtlı olarak yer verilmektedir. Bunun
kuşkusuz en önemli sebebi, söz konusu sahte çizimlerin Darwinizm'in temel
noktasına, yani insanın sorumsuz bir hayvan olduğu yalanına önemli bir sahte
kanıt oluşturmasıdır. Jonathan Wells, Darwinist bilim adamlarının kasıtlı
olarak savunmayı sürdürdükleri bu yalan ile ilgili şu yorumu yapmıştır:
Haeckel'in
embriyoları, Darwin teoremi için öylesine güçlü bir "kanıt" sunuyordu
ki, o embriyoların bir versiyonu neredeyse evrimle ilgili her ders kitabında
bulunabilir. Buna rağmen biyologlar, Haeckel'in çizimlerini uydurduğunu bir
asırdan fazla bir süredir bilmektedirler; omurgalıların embriyoları onun
gösterdiği gibi benzer görünmezler asla. Dahası, Haeckel'in "ilk"
diye adlandırdığı evre, aslında gelişimin ortasıdır; onun abarttığı
benzerliklerden daha önceki gelişim evrelerinde çarpıcı farklılıklar görülür. Şunu
biyoloji ders kitaplarını okuyarak öğrenemezsiniz: Darwin'in "en güçlü
birinci sınıf kanıtı", kanıtın bir teoreme uyması için nasıl
çarpıtılabileceğinin klasik bir örneğidir.102
Deccal'in
planladığı bir yalanın çarpık bir teoriye sahte delil olarak sunulması ve
etkili olması Darwinistlere kendilerince kısa süreli bir sevinç getirse de,
aslında bu Darwinistler adına bir hüsranın habercisidir. Haeckel'in
çizimleriyle insanlar, kıdemli bir bilim adamının Darwinizm uğruna nasıl büyük
sahtekarlıklar yapabileceğini görmüşlerdir. Bu örnekle Darwinizm'in sürekli
olarak "yalana" ihtiyaç duyduğu bir kez daha kanıtlanmıştır. Evrimci
bilim adamlarının sahtekarlığa nasıl göz yumabildikleri açıkça görülmüştür.
Haeckel'in sahtekarlığı, yaratılış karşısında evrim teorisinin, deccaliyet sisteminin
yok olmuş olduğunun başka bir önemli kanıtıdır. 20. yüzyılda, bu sahtekarlığın
keşfi sessizlikle karşılanmış olabilir. Ama 21. yüzyıl bu ve bunun gibi
sahtekarlıkların açıkça ortaya konduğu ve gerçek bilimsel delillerin
sergilendiği yüzyıldır. Sahtekarlıklar açığa çıkarıldıkça ve gerçek bilimsel
deliller geldikçe, Darwinizm'in çöküşü de kuşkusuz daha belirgin bir hale
gelmektedir.
16.
Atın Evrimi Serisi Bir Sahtekarlıktır
1879
yılında dönemin tanınmış evrimcileri arasından iki isim, hayali atın evrimi
senaryosuna kanıt olarak gösterilmeye çalışan canlılarla ilgili çalışmaları
daha da ileri götürerek Darwinistlerin uzun yıllar gündemde tutacakları at
serisini oluşturdular. Amerikalı fosil araştırmacısı Othniel Charles Marsh ile
Thomas Huxley (Darwin'in bulldog'u olarak da tanınır), bazı toynaklı fosilleri,
arka ve ön ayaklarındaki tırnak sayılarına ve diş yapılarına göre dizerek bir
şema oluşturdu. Daha önce Sir Richard Owen tarafından 1841 yılında Hyracotherium ismini verdiği küçük bir
memeli fosili, sözde evrim çağrıştıracak şekilde yeniden isimlendirilmiş ve 'Şafak
Atı' anlamına gelen Eohippus adını
almıştı. İddialarını şemalarıyla birlikte, American
Journal of Science isimli dergide yayınlayan ikili, bir yüzyıl boyunca müze
ve ders kitaplarında Eohippus'tan
günümüz atlarına doğru sıralanan -sözde evrimin kanıtı olarak gösterilecek-
serinin temellerini atmışlardı. Bu hayali serinin aşamaları olarak gösterilen
önemli kategoriler Eohippus, Orohippus,
Miohippus, Hipparion ve nihayet günümüz atı Equus'tu.
Bu
hayali seri, sonraki yüzyıl boyunca atın sözde evrimine en büyük kanıt olarak
gösterildi. Tırnak sayısındaki düşüş, ebatta ise küçükten büyüğe doğru giden
düzenli artış evrimcileri ikna etmeye yetmişti.
Kısa bir süre içinde at serisi kendi içinde çelişkiler sergilemeye başladı. Yapılan kazılarda rastlanan ve sahte at serisine dahil edilmeye çalışılan yeni fosiller sorun oldu. Çünkü fosillerin yeri, yaşı, tırnak sayısı gibi özellikler birbirleriyle çelişkili bir durum oluşturarak seriyi bozmaya başlıyordu. At serisi bu yeni bulgular karşısında tutarsız ve anlamsız bir fosil yığınına dönüştü.
Zamanla
pek çok Darwinist atın evrimi senaryosunun gerçek kanıtlara dayanmadığını kabul
etmek zorunda kaldı. Kasım 1980'de Chicago Doğa Tarihi Müzesi'nde 150 evrimcinin
katıldığı, dört gün süren ve kademeli evrim teorisinin sorunlarının ele
alındığı bir toplantı yapıldı. Toplantıda söz alan evrimci Boyce Rensberger,
atın evrimi senaryosunun fosil kayıtlarında hiçbir dayanağı olmadığını ve atın
kademeli evrimleşmesi gibi bir sürecin hiç yaşanmadığını şöyle anlatmıştı:
Yaklaşık
50 milyon yıl önce yaşamış dört tırnaklı, tilki büyüklüğündeki canlılardan
bugünün daha büyük tek tırnaklı atına bir dizi kademeli değişim olduğunu öne
süren ünlü atın evrimi örneğinin geçersiz olduğu uzun zamandır bilinmektedir.
Kademeli değişim yerine, her türün fosilleri bütünüyle farklı olarak ortaya
çıkmakta, değişmeden kalmakta, sonra da soyu tükenmektedir. Ara formlar
bilinmemektedir.103
Atın
hayali evrimi ve söz konusu sahte atın evrimi şemasındaki bir başka tutarsızlık
da zamanlama problemidir. Doktor Nicholas Comninellis bu konuyla ilgili şu
açıklamayı yapar:
Atın
evrimi önerisindeki bir diğer engel de zamanlamanın tutarsızlığıdır. Evrim
teorisi, bir türün, o şekilde yaşama daha iyi adapte olduğu için, bir başka
türe evrimleşmeye eğilimli olması anlayışına dayanır. Bu baştaki türün yok
olmasına yol açar. Atlardaki vakada, 3 toynaklı türün, tek toynaklı tür kadar
sıhhatli olmaması gerekirdi. Evrim, türler arasındaki geçişin gerçekleşmesi
için milyonlarca yıl gerektirir ki, ilk türün ortadan kaybolması için fazlaca
vakit vardır.
Fakat
bugün biliyoruz ki, hem tek toynaklı, hem de üç toynaklı türler Kuzey
Amerika'da beraber yaşamışlardı. At
çeşitlerinin aynı anda var olduğu gerçeği, evrim teorisinin açıklamasıyla
bütünüyle tutarsızdır. Buna ek olarak Hyracotherium,
Miohippus ile Equus arasındaki
kayıp halkalar asla bulunamamıştır. Evrime destek olması bir yana dursun,
atın tarihi daha çok özel yaratılışla uyumludur - günümüzdeki eksiksiz canlılar
aynı anda yaratılmışlardır.104
Atın
evrimi senaryosunun geçersizliğinin açıkça ortaya çıkmış olmasına ve bu durumun
Darwinistler tarafından da kabul görmüş olmasına rağmen, bu hayali seri diğer
Darwinist sahtekarlıklar gibi hala bazı Darwinist yayın ve ders kitaplarında
kullanılmaktadır. Bu seri adeta gerçek gibi sunulmakta, hatta dünyaca ünlü
paleontologların ve bilim adamlarının idaresinde bulunan doğa tarihi
müzelerinde açıkça sergilenmektedir. Dünyanın en ünlü müzelerinden biri olan
Amerikan Doğa Tarihi Müzesi'nin müdürü evrimci paleontolog Dr. Niles Eldredge,
bizzat kendi müzesinde sergilenmekte olan at serileriyle ilgili evrimci
iddiaların sadece hayalgücüne dayandığını yaklaşık 20 yıl önce kabul etmişti.
Eldredge, bu spekülatif serinin, ders kitaplarına girecek şekilde bilimsel bir
gerçek olarak gösterilmesini de eleştirmiştir:
İtiraf
ediyorum ki ders kitaplarına rahatsız edici miktarda fazla şey sanki gerçekmiş
gibi girdi. Mesela bunun en ünlü örneği, 50 yıl önce hazırlanmış olan ve hala
alt katta sergilenmekte olan atın evrimi sergisidir. Bu, sayısız ders kitabında
tartışmasız gerçek gibi gösterilmiştir. Ben şimdi bunu esef verici buluyorum
çünkü, bu tür hikayeleri ortaya atan insanların, bunların [fosillerin] bir
bölümünün spekülatif doğasından, bizzat kendilerinin haberdar olduğunu
düşünüyorum.105
Darwinist
Eldredge'in tespiti son derece doğrudur. Kasıtlı çarpıtmalar deccaliyetin
özünde olduğu için, bu sisteme sahip çıkanlar da aldatmacaya başvurmaktadırlar.
Yukarıda sayılan tüm örnekler, Darwinizm aldatmacasının fazlasıyla deşifre
olmuş, sahteliği Darwinist bilim adamları tarafından dahi mecburen kabul
edilmiş belli başlı örneklerdir. Bu örnekler deccaliyet sisteminin iç yüzünü
göstermek için yeterlidir. Fakat asıl olarak şunu hatırlamakta fayda vardır:
Evrim teorisi, yani Darwinizm ideolojisi, Allah'ı inkar amaçlı bir yalan
üzerine kuruludur. Dolayısıyla Darwinizm'in getirdiği her iddia, her öneri, her
delil yalandır. Şimdiye kadar duymuş olduğunuz bütün "evrime delil
bulundu" ifadelerinin, "canlılar evrimleşti" açıklamalarının,
"insanın şempanzeyle ortak ataları" sözlerinin tamamı yalandır.
Darwinistler bir yalanı savunurlar. Bunun nedeni deccaliyet sistemine olan
mantıksız itaat ve bağlılıkları, sırf Allah inancı ile mücadele halinde olabilmek
için batıl Darwinizm dinine yönelik körükörüne sadakatleridir.
Oysa
batıl bir inancın, büyük bir yanılgının içindedirler. Her şeyin Sahibi ve
Yaratıcısı olan Yüce Allah ayetlerinde şöyle buyurur:
Kim
İslam'dan başka bir din ararsa asla ondan kabul edilmez. O, ahirette de kayba
uğrayanlardandır. (Al-i İmran Suresi, 85)
Haberiniz
olsun; şüphesiz göklerde kim var, yerde kim var tümü Allah'ındır. Allah'tan
başkasına tapanlar bile, şirk koştukları varlıklara ve güçlere (gerçekte)
uymazlar. Onlar yalnızca bir zanna uyarlar ve onlar ancak 'zan ve tahminde
bulunarak yalan söylemektedirler.' (Yunus Suresi, 66)
DİPNOTLAR
67. Isabelle Bourdial, "Adieu Lucy", Science et Vie, Mayıs 1999, no. 980, s. 52-62
68. Richard Leakey, "Lucy - Evolution's Solitary Claim For an Ape/Man: Her Position is Splitting Away" Creation Research Society Quarterly, vol. 22, no. 3, Aralık 1985, s. 144-145 - Nicholas Comninellis, Creative Defense, Evidence Against Evolution, Master Books, 2001, s. 188
69. Solly Zuckerman, Beyond The Ivory Tower, New York: Toplinger Publications, 1970, s. 75-94
70. Charles E. Oxnard, "The Place of Australopithecines in Human Evolution: Grounds for Doubt", Nature, cilt 258, s. 389
71. Fred Spoor, Bernard Wood, Frans Zonneveld, "Implication of Early Hominid Labryntine Morphology for Evolution of Human Bipedal Locomotion", Nature, cilt 369, 23 Haziran 1994, s. 645-648
72. Richmond, B.G. and Strait, D.S., Evidence that humans evolved from a knuckle-walking ancestor, Nature 404(6776):382, 2000.)
73. D. Johanson - T. D. White, Science, 203:321, 1979, 207:1104, 1980 - Nicholas Comninellis, Creative Defense, Evidence Against Evolution, Master Books, 2001, s. 187-188
74. Trinkhaus, Erik (1985) Pathology and the posture of the La Chappelle-aux-Saints Neanderthal. American Journal of Physical Anthropology Vol. 67 sf. 19-41.
75. E. Trunkaus - W. W. Howells, Scientific American, 241(6):118 (1979) - Nicholas Comninellis, Creative Defense, Evidence Against Evolution, Master Books, 2001, s. 195
76. Erik Trinkaus, "Hard Times Among the Neanderthals", Natural History, cilt 87, Aralık 1978, s. 10.
77. Nicholas Comninellis, Creative Defense, Evidence Against Evolution, Master Books, 2001, s. 194
78. Francisco J. Ayala, Darwin and Intelligent Design, Fortress Press, Minneapolis, 2006, s.45
79. Malcolm Muggeridge, The End of Christendom, Grand Rapids, Eerdmans, 1980, s. 59
80. Stephen Jay Gould, "Smith Woodward's Folly", New Scientist, April 5, 1979, s. 44
81. Kenneth Oakley, William Le Gros Clark & J. S, "Piltdown", Meydan Larousse, cilt 10, s. 133.
82. Stephen Jay Gould, "Smith Woodward's Folly", New Scientist, April 5, 1979, s. 44
83. Hank Hanegraaff, Fatal Flaws "What Evolutionists Don't Want You To Know", W Publishing Group, 2003 s. 34
84. Keith Steward Thomson, "Piltdown Man: The Great English Mystery Story", American Scientist, vol. 79, 1991, s. 194 - Nicholas Comninellis, Creative Defense, Evidence Against Evolution, Master Books, 2001, s. 197
85. Pat Shipman, "On the Trail of the Piltdown Freudsters" New Scientist, vol. 128, 1990, s. 52 - Nicholas Comninellis, Creative Defense, Evidence Against Evolution, Master Books, 2001, s. 197
86. Malcolm Muggeridge, The End of Christendom, Grand Rapids MI, Eerdmans, 1980, s. 59 - Nicholas Comninellis, Creative Defense, Evidence Against Evolution, Master Books, 2001, s. 253-254
87. W. K. Gregory, "Hesperopithecus Apparently Not An Ape Nor A Man", Science, vol. 66, December 1927, s. 579
88. Hank Hanegraaff, Fatal Flaws "What Evolutionists Don't Want You To Know", W Publishing Group, 2003 s. 31-32
89. Judith Hooper, Of Moths and Men, W.W. Norton & Company, Inc., New York, 2002, s.xvii
90. Ann Coulter, Godless: The Church of Liberalism, Crown Forum Publishing, 2006, s. 236-237
91. Judith Hooper, Of Moths and Men, s. xviii
92. Ann Coulter, Godless: The Church of Liberalism, Crown Forum Publishing, 2006, s. 237
93.http://www.arn.org/docs/richards/jr_sciedreport.htm - Jonathan Wells, Evrimin İkonları, Gelenek yayınları, Ocak 2003, s. 150
94. Francis Hitching, The Neck of the Giraffe: Where Darwin Went Wrong, New York: Ticknor and Fields 1982, s. 204
95. Elizabeth Pennisi, Science, 5 Eylül 1997
96. Ann Coulter, Godless: The Church of Liberalism, Crown Forum Publishing, 2006, s. 240
97.http://www.arn.org/docs/richards/jr_sciedreport.htm
98. Hank Hanegraaff, Fatal Flaws "What Evolutionists Don't Want You To Know", W Publishing Group, 2003, s. 70
99. Hank Hanegraaff, Fatal Flaws "What Evolutionists Don't Want You To Know", W Publishing Group, 2003, S. 70
100. Henry M. Morris, The Long War Against God, Master Books, 2000, s. 32
101. Jonathan Wells, Evrimin İkonları, Gelenek yayınları, Ocak 2003, s. 103
102. Jonathan Wells, Evrimin İkonları, Gelenek yayınları, Ocak 2003, s. 86
103. Boyce Rensberger, Houston Chronicle, 5 Kasım 1980, Bölüm 4, s. 15
104. Nicholas Comninellis, Creative Defense, Evidence Against Evolution, Master Books, 2001, s. 168
105. Colin Patterson, Harper's, Şubat 1984, s.60
Yorumlar
Yorum Gönder