2. Bölüm - Darwinistler Sahtekarlıklarla Dünyayı Aldattılar 2/5
1.
"Çamurlu Su İçinde İlk Hücre Oluştu" İddiası Sahtekarlıktır
Darwin'in
evrim teorisine göre, cansız maddelerin tesadüfen bir araya gelmeleriyle oluşan
hayali bir "ilk hücre" vardır. Darwinizm'e göre her şey bu "ilk
hücre" ile başlar. Bütün canlılığın, kelebeklerin, kuşların, aslanların,
kartalların, balinaların, tavşanların, geyiklerin ve nihayet teknolojiler
üreten, medeniyetler kuran, profesörler yetiştiren, uzaya çıkan, laboratuvarlarda
sahip olduğu hücreleri inceleyen insanın da kaynağı Darwinizm'e göre hep bu
hayali "ilk hücre"dir.
Darwinizm'e
göre bu hayali ilk hücrenin kaynağı ise; sözde bir miktar çamurlu su, zaman ve
tesadüflerdir! Darwinizm dinine göre bu üç sihirli(!) ve akıllı(!) güç
birleşerek, Nobel ödüllü bilim adamlarının 21. yüzyıl teknolojisinin hakim
olduğu laboratuvarlarda bile üretemedikleri, detaylarını anlayabilmek için
insanların yarım yüzyılı aşkın bir süredir üzerinde araştırmalar yaptıkları,
son derece kompleks ve mükemmel mekanizmaları, organelleri ve indirgenemez bir
kompleksliğe sahip "hücre"yi her nasılsa meydana getirmişlerdir!
Dahası, bu üç muhteşem(!) güç birleşerek şu an yeryüzünde gördüğümüz mükemmel
canlılığı da meydana getirmişlerdir. Darwinizm dini, işte insanları bu
safsataya inandırmaya çalışır.
Oysa
bu iddia büyük bir sahtekarlık, büyük bir yalandır.
Aslında
Darwin'in ortaya attığı çamurlu suda oluşan bu ilk hücre fantazisi, Darwin
döneminin son derece geri bilim ve teknolojisine uygun düşmektedir. Darwin'in
hücreyi yalnızca içi su dolu bir baloncuk zannettiği dikkate alındığında, bu
çocuk masalı da dönemin bilgi ve bilim anlayışından beklenen bir şeydir. O
dönemde insanlar, hücrenin neye benzediğini bilmediklerinden bu yalana çok daha
kolay kanmışlardır. Fakat genetik bilimi ile ortaya çıkan sonuçlar,
Darwinizm'in büyük bir aldatmaca olduğunu bir kez daha ispatlamıştır. Şu anki
bilgi ve veriler doğrultusunda hücrenin sahip olduğu sayısız proteinden
yalnızca tek bir tanesi bile evrim teorisini çürütmektedir. Proteinler üstün
komplekslikte yapılardır ve tesadüfen oluşmaları imkansızdır. Öyle ki
laboratuvarlarda bilinçli, kontrollü ortamlarda oluşturulması bile 21. yüzyıl
teknolojisiyle mümkün olmamıştır. Böyle bir yapının tesadüfen çamurlu bir suda
oluştuğunu iddia etmek, bilim adına gülünç, hatta akla aykırı bir iddiadır.
Amerikalı bilim filozofu Stephen C. Meyer, tek bir proteinin tesadüfen oluşma
ihtimalinin imkansızlığını şu sözlerle ifade etmiştir:
Sadece
100 amino asit uzunluğunda kısa bir protein molekülünü oluşturmak için aşılması
gereken olasılık engellerini düşünün. Protein zincirinde diğer amino asitler
ile birleşmeleri için amino asitlerin öncelikle peptid bağı olarak bilinen
kimyasal bağlar kurmaları gerekir. Fakat doğada amino asitler arasında diğer
birçok türde kimyasal bağ kurulabilir. Tüm
bağlantıların peptid bağlarından oluştuğu 100 amino asitlik bir zincir
oluşturma olasılığı kabaca 1030'da bir ihtimaldir.
İkincisi,
doğada her amino asidin kendisine ait aynada yansımasını andıran bir eşi
vardır. Biri sol elli L-formunda, diğeri ise sağ elli D-formundadır. Bu
birbirinin yansıması olan formlara "optik izomerler" denir. İşlevsel
proteinler sadece sol elli amino asitleri kabul eder, fakat sağ elli ve sol
elli izomerler doğada aşağı yukarı eşit sıklıkta bulunur. Bunun dikkate
alınması, biyolojik olarak işlevsel bir protein elde etmenin olanaksızlığını
daha da arttırır. 100 amino asitten oluşan hayali bir peptid
zincirinde tesadüfler sonucunda sadece sol elli amino asitleri kullanma
olasılığı (1/2)100 ya da yine kabaca 1030'da bir ihtimaldir.
Üçüncü
ve en önemlisi ise işlevsel proteinlerin belirli bir dizilimde düzenlenerek
birbirine bağlanmış amino asitlere sahip olması gerekir, aynen anlamlı bir
cümledeki harfler gibi. Biyolojik olarak 20 amino asit bulunduğu için, belirli
bir amino asit elde etme olasılığı 1/20'dir. Bu zincir üzerinde bazı alanların
birkaç amino aside izin vereceğini düşünürsek [MIT'den (Massachusetts Institude
of Technology) biyokimyager Robert Sauer tarafından belirlenen varyanslar
kullanılarak], birden fazla işlevsel
proteinde fonksiyonel bir amino asit dizilimini rastgele elde etme olasılığının
1065'te bir ihtimal
olarak, "yok denecek kadar az" olduğunu görebiliriz. Bu sadece
yüz amino asit uzunluğunda bir protein için astronomik büyüklükte bir rakamdır.
(Aslında bu olasılık daha da azdır, çünkü doğada bu hesaplamada yer almayan ve
proteinlerde yer almayan birçok başka amino asit bulunmaktadır.)
Eğer uygun bağların ve optik
izomerlerin sağlanması ihtimali de bu hesaplamaya dahil edilirse, oldukça küçük
ve işlevsel bir proteini rastgele elde etme olasılığı o kadar az olur ki,
milyarlarca yıl yaşında bir evrende bile bu gerçekten sıfır sayılır (10125'te bir ihtimal). Dahası, işlevsel bir DNA'nın
tesadüfi olarak elde edilmesinde benzer ciddi zorluklar olduğunu hesaba katmak
gerekir. Bunun yanı sıra, en alt düzeyde kompleks bir hücrede 1 değil, en
azından 100 kompleks protein (ve DNA ile RNA gibi diğer başka bio-moleküler
bileşenler) bulunması gerekir ve bunlar yakın koordinasyon içindedirler. Bu
nedenle hücredeki karmaşıklığın niceliksel olarak değerlendirilmesi, 1960'ların
ortalarından beri biyolojinin hayatın kökeni alanında hakim olan bir görüşü
güçlendirmiştir: Tesadüf, biyolojik
karmaşıklığın ve özgüllüğün kökenini açıklamak için yeterli bir açıklama
değildir.33
Bütün
bunların ötesinde, asıl önemle üzerinde durulması gereken nokta, proteinlerin
var olabilmek için mutlaka proteinlere ihtiyacının olmasıdır. Bir proteinin
oluşabilmesi için 100 kadar proteinin görev alması gerekmektedir. Bütün bu
proteinlerin aynı anda, aynı yerde ve tüm organelleriyle tam bir hücrenin
içinde bulunmaları gerekmektedir. Dolayısıyla proteinlerin varlığı için
proteinler, DNA ve hücrenin kendisi gerekmektedir. Bu gerçek, zaten daha
başından Darwinistlerin iddialarını ortadan kaldırmaktadır. Darwinistler, tek
bir proteinin meydana gelişinin açıklamasını yapamamaktadırlar.
Darwinistlerin sahte ilahı tesadüfler hiçbir şeyi yaratmaya güç yetiremezler, tek Yaratıcı alemlerin Rabbi olan Allah'tır.
Bütün
bu kompleks yapıların imkansız oluşumunun tesadüfen gerçekleştiğini
varsaydığımızda bile, Darwinistlerin DNA gibi muhteşem bir molekülün içinde bir
milyon ansiklopedi sayfasını dolduran bilginin nasıl olup da tesadüfen
oluşabileceğini açıklamaları gerekmektedir. Fakat hücre ve hayatın kökeni ile
ilgili her konuda olduğu gibi bu konuda da Darwinistler açıklamasızdırlar.
Çarpık Darwinist mantığına göre, çamurlu suyun içinde tesadüfen oluşan bir
hücrenin içindeki olağanüstü bilginin de çeşitli dış etkiler yoluyla tesadüfen
oluşmuş olması gerekmektedir. Kuşkusuz böyle bir oluşum imkansızdır. DNA'nın
içindeki bilgi, DNA ile birlikte yaratılmış muazzam bir bilgidir.
Darwinistlerin
"çamurlu suda tesadüfen hücre oluştu" iddiası, hücreyi içi su dolu
bir baloncuk zanneden Darwin döneminden kalma köhne bir inanıştır. Ancak 19.
yüzyıla ait bu hurafeler, bilimin ve teknolojinin oldukça geliştiği günümüzde
artık tamamen geçersizdir. Bir canlı bedeninde açıklanması gereken sayısız
kompleks yapı varken, Darwinizm tek bir proteinin oluşumunu bile
açıklayamamaktadır. Fakat Darwinistler bu imkansızlıklardan habersiz gibi
davranırlar. Halen evrimci yayınlarda; çamurlu sudaki bu imkansız oluşum, adeta
bir hikaye kitabındaki öyküler şeklinde anlatılır. Amaç, bu bilimsellikten
uzak, mantıksız ama aynı zamanda da ispatsız anlatımla kitleleri
aldatabilmektir. Bu batıl dinin taraftarlarına göre, söz konusu hikayeye ne
kadar çok kişi inansa, o kadar kişi Darwinizm büyüsünün etkisi altına
girecektir.
DNA gibi muhteşem komplekslikteki bir yapının tesadüfen meydana geldiği iddiası Darwinizm'in en büyük utançlarından biridir. Bir DNA molekülünün içinde bir milyon ansiklopedi sayfasını dolduracak kadar bilgi vardır. Böylesine harika bir eserin tesadüfen oluşması ise imkansızdır.
Fakat
artık Darwinistlerin sahte hikayelerine insanlar inanmamaktadır. Yaratılanların
tümü, evreni ve içindekileri kusursuzca yaratan Yüce Rabbimiz'in üstün gücünü
ve kudretini sergilemektedir. Yüce Allah Kuran'da, hücrenin ve insanın üstün
yaratılışını şöyle haber vermiştir:
Andolsun,
Biz insanı, süzme bir çamurdan yarattık. Sonra onu bir su damlası olarak,
savunması sağlam bir karar yerine yerleştirdik. Sonra o su damlasını bir alak
(embriyo) olarak yarattık; ardından o alak'ı (hücre topluluğu) bir çiğnem et
parçası olarak yarattık; daha sonra o çiğnem et parçasını kemik olarak
yarattık; böylece kemiklere de et giydirdik; sonra bir başka yaratışla onu inşa
ettik. Yaratıcıların en güzeli olan Allah, ne yücedir. (Müminun Suresi, 12-14)
Kuran'ın
dışında açıklama arayanlar, yeryüzündeki muhteşemliğe istedikleri kadar basit
bir açıklama getirmeye çalışsınlar, Allah'ın yarattığı bu eserin çok büyük ve
ihtişamlı olduğu kesin bir gerçektir. Bu üstün yaratılış karşısında evrim
teorisinin bir yaşam sahası yoktur. Yüce Allah bir ayetinde yarattığı eserlerin
büyüklüğünü şöyle haber verir:
Elbette
göklerin ve yerin yaratılması, insanların yaratılmasından daha büyüktür. Ancak
insanların çoğu bilmezler. (Mümin Suresi, 57)
2.
"Doğal Seleksiyon Evrimleştirir" İddiası Bir Sahtekarlıktır
Darwin,
1800'lü yıllarda, sözde "evrim mekanizması" olarak bir kavram öne
sürmüştü: Doğal seleksiyon.
Doğal
seleksiyon, diğer bir ifadeyle 'doğal seçme' demektir. Güçlü ve içinde
bulunduğu doğal şartlara uygun olan canlıların hayatta kalacağı düşüncesine
dayanır. Örneğin aslanlar tarafından tehdit edilen bir zebra sürüsünde, daha
hızlı koşabilen zebralar hayatta kalacaktır.
Doğal
seleksiyon gerçekten de doğadaki canlılar arasında gözlemlenen bir
mekanizmadır. Ancak hiçbir zaman evrimcilerin hayal ettikleri gibi, canlılara
yeni özellikler ekleme ve yeni bir tür meydana getirme yeteneğine sahip
değildir.
Bu
konuyu şöyle bir örnekle açıklayabiliriz: Bir coğrafi bölgede bir tanesi daha
tüylü, diğeri ise nispeten daha kısa tüylere sahip iki benzer köpek cinsinin
yaşadığını varsayalım. Eğer bu bölgede hava sıcaklığı ekolojik bir farklılık
nedeniyle önemli ölçüde düşerse, uzun tüylü köpekler kısa tüylü köpeklere göre
soğuğa daha dayanıklı olacaklardır. Bunun bir sonucu olarak da uzun tüylü
köpekler daha avantajlı hale gelecek, yani daha uzun yaşayacak, daha fazla
çoğalacak ve daha kolay beslenecektir. Bir süre sonra kısa tüylü köpeklerin
sayısı iyice azalabilir ya da bu canlılar sıcak bölgelere göç edebilirler veya
soyları tamamen tükenebilir. Yani uzun tüylü köpekler doğal seleksiyonla
seçilmiş ve diğer türe nazaran avantaj kazanmış olurlar.
Soğuk bir bölgede uzun tüylü köpekler, kısa tüylü köpeklere göre daha avantajlı hale gelecek, dolayısıyla daha uzun yaşayacak, daha fazla çoğalacak ve daha kolay beslenecektir. Bu süreç yeni bir köpek cinsi ortaya çıkartmayacaktır.
Ancak
dikkat edilirse bu süreç, ortaya yeni bir köpek cinsi çıkarmış değildir. Doğal
seleksiyon yoluyla, sadece zaten var olan iki farklı cinsten biri avantaj
kazanmıştır. Ortada hiç uzun tüylü köpek yok iken, doğal seleksiyon sonucunda
uzun tüylü köpekler oluşmuş değildir. Bu köpeklerin zamanla bir başka canlı
türüne dönüşmeleri de zaten kesinlikle söz konusu değildir.
Kısacası
doğal seleksiyon, ortaya yeni türler, yeni özellikler çıkarmamakta, sadece
zaten var olan türlerin yaşam olanakları artmaktadır. Yeni bir tür ve yeni bir
özellik oluşmadığı için de, evrimcilerin iddia ettiği "evrimleşme"
yaşandığından söz edilemez. Bir başka deyişle, doğal seleksiyon hiçbir
"evrim" sağlayamaz. Nitekim Darwin'in kendisi de bu gerçeği itiraf
etmiştir:
Doğal
seleksiyon, yararlı yapıların başlangıç aşamalarının oluşması için yetersizdir.34
Tanınmış
evrimci paleontolog İngiliz Colin Patterson'un bu konudaki itirafı ise
şöyledir:
Hiç
kimse doğal seleksiyon mekanizmalarıyla yeni bir tür üretememiştir. Hiç kimse
böyle bir şeyin yakınına bile yaklaşamamıştır. Bugün neo-Darwinizm'in en çok
tartışılan konusu da budur.35
Doğal
seleksiyon, yenilik getirip bununla türleri değişime uğratan, örneğin, bir
sürüngenin zamanla kuş haline gelmesini sağlayan mucizeler gerçekleştiren bir
mekanizma değildir. Ünlü biyolog D'Arcy Wentworth Thompson'un söylediği gibi;
"Tabi seleksiyonda gördüğümüz şey yaratmak değil yok etmek, budamak ve
yangına sürüklemektir."36
Dolayısıyla Darwinistler, doğal seleksiyonu bir evrim mekanizması olarak insanlara tanıtmaya çalışarak yalan söylemektedirler. Doğal seleksiyonun evrim sağlamadığını kendileri de bilmelerine rağmen, açıkça bu sahtekarlığı insanlara empoze etmeye çalışmaktadırlar. Darwin'den kalan mirasa sahip çıkma arzusu ve hayali senaryolarına yeni bir mekanizma uyduramamamış olmaları, onları bu köhne iddiaya, bu büyük yalana bağımlı kılmıştır. Günümüzde hala bu büyük yalana sahip çıkmaya çalışan Darwinist bilim adamları bulunmaktadır. Bu yalanın ayakta kalamayacağını görenler ise, başka bir yalanla ortaya çıkmışlardır. Bu yalan, "mutasyonlar evrimleştirir" iddiasıdır.
Doğal seleksiyon yeni bir tür oluşturamaz. Yırtıcı hayvanlar tarafından tehdit edilen bir geyik sürüsünde, daha hızlı koşabilen geyikler hayatta kalacaktır ve böylece geyik sürüsü, hızlı ve güçlü bireylerden oluşacaktır. Ama elbette bu mekanizma, geyikleri evrimleştirmez, onları başka bir canlı türüne dönüştürmez.
3.
"Mutasyonlar Evrimleştirir" İddiası Bir Sahtekarlıktır
Mutasyonlar,
canlı hücresinin çekirdeğinde bulunan ve bir insana ait tüm genetik bilgileri
taşıyan DNA molekülünde, radyasyon ve kimyasal etkiler sonucunda meydana gelen
yer değiştirmeler, kopmalar ve bozulmalardır. DNA'daki bilgiler; A, T, C ve G
harfleri ile simgelenen 4 ayrı nükleotidin birbiri ardınca özel ve anlamlı bir
sıra içinde dizilmesi ile oluşurlar. Ancak bu sıralamada tek bir harf hatasının
dahi olması, o yapıyı tamamen bozacaktır. Sözgelimi çocuklarda görülen kan
kanseri hastalığı DNA'daki harflerden birinin yanlış olması nedeniyle ortaya
çıkmaktadır. Çernobil'de meydana gelen radyasyon sızıntısı ve Hiroşima'ya
atılan atom bombası sonucunda, sonraki nesil çocukların sakat kalmalarının veya
kanser gibi hastalıkların başgöstermesinin nedeni de yine mutasyonların
vücutlarında oluşturdukğu bu tür zararlı etkilerdir.
Hemen
hemen bütün mutasyonlar zararlıdır ve genellikle canlı için ölümcüldürler.
Zarar vermeyen mutasyon örnekleri ise genellikle organizmaya hiçbir zaman fayda
getirmemiş, en fazla etkisiz kalmışlardır. Bilim adamları, incelenmiş tüm
mutasyonların arasında, tek bir tanesinin dahi açıkça canlının hayat sürecini
olumlu etkileyemediği sonucuna varmışlardır.37
1. Kromozom 2. Histon |
DNA üzerinde gerçekleşecek her mutasyon mutlaka bu yapıya zarar verir. Mutasyonlar sonucu canlının mükemmelleşmesi veya yeni genetik bilgi kazanması mümkün değildir. |
Fakat
evrim teorisi, sözde "yeni" canlılar üreten, mucizeler gerçekleştiren
bu hayali mutasyonlara dayanır. Darwinistler, türlerin, hayali ve faydalı
sayısız mutasyonun ortaya çıkardığı mükemmel yapı ve organlar vesilesiyle
birbirlerinden türediği iddiasındadırlar. Darwinistler açısından yüz karası
olan bu iddia, mutasyonların bir organizmaya mutlaka zarar verdiği gerçeğini
bilen Darwinist bilim adamları tarafından ortaya atılmaktadır. Dahası
Darwinistler, mutasyonların bu zararlı etkilerini çok iyi bilmelerine rağmen, söz
konusu iddialarına laboratuvarda mutasyona uğratılmış dört kanatlı bir mutant
meyve sineğini örnek gösterirler. Dikkatlice gerçekleştirilen mutasyonlar
sonucunda meyve sineğinde üretilen fazladan iki kanat, Darwinistler tarafından
mutasyonların evrimleştirebileceği iddiasının en büyük kanıtı gibi sunulmuştur.
Ama aslında bu söz konusu iki kanat, canlıya fayda değil zarar vermiş, canlının
uçma yeteneğini yitirmesine yol açmıştır. California Üniversitesi'nden
moleküler biyolog Jonathan Wells, bu durumu şöyle açıklamaktadır:
1970'lerde
California Teknoloji Enstitüsünden genetikçi Edward B. Lewis, üç mutant türünü
dikkatlice çiftleştirerek, dengeleyicilerin normal görünümlü ikinci bir çift
kanada dönüştüğü bir meyve sineği üretmeyi başardı.
İlk
bakışta Carroll'un deneyi, düzenleyici DNA'daki küçük gelişimsel değişimlerin
görünümde büyük evrimsel değişimler üretebileceği iddiasına kanıt sağlıyor gibi
gözükebilir. Ama meyve sineği hala meyve sineğidir. Dahası, ikinci çift kanat
normal gözükmesine rağmen uçma kaslarından yoksundur. Dört kanatlı bir meyve
sineği kuyruğundan faydasızca sarkan bir çift kanadı olan bir uçak gibidir.
Canlı, uçmada ve çiftleşmede büyük zorluk yaşar, bu yüzden yalnızca
laboratuvarda yaşayabilir. Evrime kanıt olarak sunulan, dört kanatlı meyve
sineği, sirk gösterilerindeki iki başlı danadan daha iyi değildir.38
Jonathan
Wells, sözlerine şöyle devam eder:
Fazla
kanatlı ya da eksik bacaklı özürlü meyve sinekleri gelişim genetiği hakkında
bize bir şeyler öğretti, ama evrim hakkında hiç bir şey öğretmedi. Tüm kanıtlar
tek bir sonucu göstermektedir: Bir meyve sineği embriyosuna ne yaparsak
yapalım, yalnızca üç olasılık meydana gelebilir - normal bir meyve sineği,
kusurlu bir meyve sineği ya da ölü bir meyve sineği. At bir yana, at sineği
bile değil.39
Görüldüğü
gibi, Darwinistlerin çarpık iddialarına yegane delil olarak göstermeye
çalıştıkları dört kanatlı mutant meyve sineği de, kusurlu bir meyve sineğinden
fazlası değildir. Mutasyonlar, bir canlı üzerinde ne kadar etkili olursa
olsunlar, o canlı türüne bir başka canlıya ait özellik ekleme gibi mucizevi bir
yetenekten yoksundurlar. Ama Darwinistler canlıda mutasyonlar yoluyla mucizeler
oluştuğu yalanına inanmak isterler.
Mutasyonların zararlı etkileri, resimdeki canlılarda açıkça görülebilmektedir. Mutasyonlar canlıları ya sakat bırakır ya da onları öldürürler. Mutasyonlar canlıları geliştirmez, onlara yalnızca zarar getirirler. |
İlginç
olan, söz konusu meyve sineğinin kusurlu olduğu Darwinist bilim adamları
tarafından bilinmesine rağmen, bu mutantın halen ders kitaplarında mutasyon ile
evrimin en büyük kanıtı olarak gösterilmeye çalışılmasıdır. Moleküler biyolog
Jonathan Wells konuyla ilgili olarak şunları yazmıştır:
Peter
Raven ve George Johnson'ın 1999 baskılı ders kitabı Biology'e göre, "evrim genetik mesajdaki değişimlerle
başlamıştır... Mutasyon ve yeniden birleşim (mevcut genlerin yeniden
düzenlenmesi) yoluyla gerçekleşen genetik değişim evrim için hammadde
üretir." Kitaptaki aynı sayfa, dört kanatlı meyve sineğinin resmine yer
vermekte ve onu "gelişimin kritik evresini düzenleyen bir gen olan Ultrabithorax'daki değişimlerden dolayı
bir mutant" diye nitelendirmekte, ayrıca iki göğüs kısmına ve dolayısıyla
iki çift kanada sahip olduğunu da eklemektedir.
Mezkur
ders kitabı, karışıklığa ilaveten, ilave kanatların bir yapı kazancını temsil
ettiği izlenimini okura vermektedir. Ama gerçekte dört kanatlı meyve sineği
uçuş için gerekli yapılardan yoksundur. Dengeleyicileri kaybolmuştur ve onların
yerini yeni bir şey değil, diğer kısımda zaten bulunan yapıların kopyaları
almıştır. Her ne kadar dört kanatlı meyve sinekleri resimleri, mutasyonların
yeni bir şey eklediği izlenimini verse de, bunun tam tersi gerçeğe daha
yakındır.40
Darwinizm'in
iddia ettiği canlılığın başlangıcını temsil eden ve tesadüfen meydana gelmesi
imkansız olan o "hayali ilk hücre"nin kendi kendine meydana geldiğini
varsaydığımızda bile, kompleks yapısıyla bir insan oluşana kadar gerçekleşmesi
gereken hayali evrim sürecinin en küçük aşamasında bile muazzam miktarda
genetik bilgi üretilmesi ve sayısız mutasyonun gerçekleşmesi gerekmektedir. Bu
mutasyonların miktarı çok olurken aynı zamanda bunların "tümünün"
canlıya bir fayda veya bir "yenilik" getirecek özellikte olması
zorunludur. Çünkü gelişmekte olan bu hayali yeni organizmada gerçekleşecek tek
bir hata, sistemin tamamen bozulup çökmesine neden olacaktır. Mutasyonların %99
gibi bir oranda zararlı ve %1 oranında etkisiz olduğu dikkate alınırsa, evrim
teorisine göre meydana gelmesi gereken bu milyarlarca mutasyonun her birinin
istisnasız faydalı olduğunu iddia etmek kuşkusuz akla ve bilime aykırıdır.
Dolayısıyla bir canlıda daha önce var olmayan yepyeni bir uzvun veya bir özelliğin, mutasyonlar sonucunda meydana gelmesi imkansızdır. Mutasyonların bir canlıya, o canlıya ait olmayan yeni bir bilgi ekleme ve onu farklı bir canlı haline getirme gücü yoktur. Mutasyon iddiası, Darwinizm yalanının, Darwinist mantıksızlığının en büyük göstergesini temsil eder. Çünkü evrim fikri, temelde, gerçekte olmayan bu hayali "faydalı mutasyonlara" dayanmaktadır.
Bir ayçiçeğinin yapraklarında, salyangozun kabuğunda, çam kozalağında ya da parmaklarımızın uzunluğunda bulunan matematiksel oran Allah'ın yarattığı olağanüstü güzelliklerden, nimetlerden bir tanesidir. Bu, bilim adamlarının "Altın oran" ismini verdikleri hayranlık uyandıran bir uyumdur. Altın oran adı verilen ve Ortaçağ'ın en etkili matematikçisi Fibonacci'nin bulduğu sayı dizisinin özelliği, dizideki sayılardan her birinin kendisinden önce gelen iki sayının toplamından oluşmasıdır. Fibonacci dizisi 0, 1, 1, 2, 3, 5, 8, 13, 21, 34, 55, 89, 144, 233, 377, 610, 987, 1597, 2584, ... şeklinde ilerlemektedir. Dizideki sayılar bir öncekine bölündüğünde, birbirine çok yakın sayılar elde edilir. Hatta serideki 13. sırada yer alan sayıdan sonra bu sayı sabitlenir. İşte bu sayı "altın oran" olarak adlandırılan 1,618'dir. Bu muhteşem oran, Allah'ın bir mucizesi olarak, doğadaki birçok varlıkta gözlenebilir. Hücrelerimizin içindeki DNA sarmalından, uzaydaki galaksilerin şekillerine, kar kristallerinden mikrocanlılara, boynuz ve dişlerden, salyangoz kabuklarına kadar altın oranı bulmak mümkündür. Altın orana en çarpıcı örnek, insan bedenidir. İnsan vücudunda, Yüzün boyu - Yüzün genişliği, Dudak- kaşların birleşim yeri arası - Burun boyu, Yüzün boyu - Çene ucu-kaşların birleşim yeri arası, Ağız boyu - Burun genişliği, Burun genişliği - Burun delikleri arası, Göz bebekleri arası - Kaşlar arası. Parmak ucu-dirsek arası - El bileği-dirsek arası, Omuz hizasından baş ucuna olan mesafe - Kafa boyu, Göbek-baş ucu arası mesafe - Omuz hizasından baş ucuna olan mesafe, Göbek-diz arası - Diz-ayak ucu arası. Mükemmel bir altın oran örneğidir. Rabbimiz, Kuran'da "Allah, herşey için bir ölçü kılmıştır" şeklinde bildirmektedir (Talak Suresi, 3) İşte "Altın Oran", Allah'ın bizler için var ettiği üstün yaratılış delillerinden biridir. (Detaylı bilgi için bkz. http://altinoran.org) Canlılardaki mükemmel simetri ve bu muhteşem altın oran, Darwinistlerin evrim iddiasını başlıbaşına yok eder. Çünkü Darwinistlerin, sözde "evrimleştirici güç" atfettikleri mutasyonlar birer simetri düşmanıdır. Darwinistlerin iddiasına göre, başıboş mutasyonlar oluştuklarında, canlılarda mükemmel altın oranın oluşamaması gerekir. Canlı varlıklarda müthiş bir dengesizlik ve intizamsızlık meydana gelmesi gerekir. Çünkü mutasyonlar düzensiz olaylardır. Mutasyonlar, bir canlıda daha önce var olmayan bir kolu meydana getirip, ona oranlı bir el oluşturup, elin parmaklarını bu matematiksel orana göre düzenleyemezler. Dahası, bunun ardından vücudun tam karşı tarafında olağanüstü bir simetri içinde yeni aynı uzunlukta bir başka kol, aynı büyüklükte ve tam simetrik şekilde ayarlanmış bir başka el ve aynı hassas matematiksel orana sahip aynı sayıdaki diğer parmakları meydana getiremezler. Rastgele mutasyonlar, önceden karar alıp, mükemmel komplekslikte bir gözü meydana getirip, onun hemen ardından tam karşı tarafından yüze ve diğer göze mükemmel uyumlu, aynı büyüklük, renk ve biçimde ve aynı işlevlere sahip yepyeni ve gören bir göz daha meydana getiremezler. Rastgele mutasyonlar, sağ tarafta Darwinistlerin iddia ettikleri şekilde bir kulak meydana getirip, hemen sol tarafta da aynı simetride, aynı şekilde duyan, aynı özelliklere sahip ikinci bir kulak meydana getiremezler. Örs, çekiç, üzengi gibi yapıların her birini mükemmel biçimde oluşturup, bunlara işlevler verip, aynı simetride kusursuz şekilde oluşturamazlar. Bir canlının yaşayabilmesi için rastgele mutasyonların kalp kapakçıklarını da kalbin iki tarafında aynı biçimde, aynı simetride ve aynı fonksiyonu yerine getirecek şekilde oluşturmaları gerekmektedir. Aksi takdirde, o canlı yaşamını sürdüremeyecektir. Bu oran ve simetrinin, vücudun her organında aynı şekilde oluşturulması gerekir. Çünkü günümüzdeki canlılar da, geçmişte yaşamış olanlar da, aynı mükemmel simetriyi sergilemektedirler. Canlıların hiçbiri, bir kulağı ters, bir akciğeri farklı, tek gözü alnında, teki burnunda olacak şekilde var olmamaktadır. Canlılıkta böyle bir dengesizlik olmadığına göre, Darwinistler mutasyonların evrimleştirdiğine dair iddialarıyla büyük bir kitleyi aldatmaya çalışmaktadırlar. | |
Bir kulağı ters, bir gözü alnında canlılar oldukça nadir olarak karşımıza birer ucube varlık olarak çıkarlar. İşte mutasyonların meydana getirdiği sonuç budur. Mutasyonlar, düzgün bir yapıya adeta makinalı tüfekle ateş etmek gibidir. Sağlam bir şeyin üzerine ateş açılması kuşkusuz ki o yapıyı tamamen ortadan kaldırır. Söz konusu mutasyonların tek bir tanesinin etkisiz kalması veya makinalı tüfekle taranmış vücuttaki mevcut bir enfeksiyonu yakarak iyileştirmesi bir şeyi değiştirmemektedir. Organizma zaten kendisine isabet eden 99 mermi ile yerle bir olmuştur. Basında ve bilim çevrelerinde ilgi çeken, pek de uzun yaşamayan bu canlılara söz konusu garip görünümü veren şey mutasyonlardır. Mutasyonlar, canlı organizmanın genlerini bozulmaya uğratmış, canlıya ait muhteşem simetriyi ortadan kaldırmış, onu yaşayamaz duruma getirmiştir. Ancak burada unutulmaması gereken şey mutasyonların da Allah'ın konrolünde gerçekleşen olaylar olduğudur. Allah yaratmasındaki mükemmelliği insanlara göstermek için böyle örnekler yaratmakta, yaratma sanatını göstermektedir. |
Varsayılan
Faydalı Mutasyonlar İçin Gereken Sonsuz Zaman
Gerçekten
faydalı mutasyonların gerçekleşebileceği ihtimalini varsaydığımızda bile,
mutasyon iddiası evrim teorisine uymamaktadır. MIT (Massachusetts Institue of
Technology - Massachusetts Teknoloji Enstitüsü)'de, Elektrik Mühendisliği
Fakültesi Profesörü Murray Eden, "Neo-Darwinist Evrimin Bilimsel Teori
Olarak Yetersizliği" başlıklı makalesinde, adaptasyon amaçlı bir değişimi
meydana getirmek için altı mutasyon gerekiyorsa, bunun tesadüfen ancak bir
milyar yılda bir gerçekleşeceğini, eğer iki düzine gen dahil olacaksa, bu
durumda dünyanın yaşından daha uzun bir sürenin, daha doğrusu 10,000,000,000
yıla ihtiyaç olacağını açıklamıştır.41 Matematikçiler, birden fazla
mutasyonun aynı anda meydana gelmesi gereken kompleks yapı ve organlarda,
mutasyonların faydalı ve etkili olduğu varsayıldığında bile, Darwinistler
açısından bir zaman problemi olduğunu açıkça belirtmektedirler. En koyu
Darwinistlerden paleontoloji profesörü George G. Simpson bile, beş mutasyonun
aynı anda gerçekleşmesinin sonsuz zaman alacağını açıkça belirtmektedir.42
Sonsuz zaman, böyle bir ihtimalin olmadığı anlamına gelmektedir. Ve bu aynı
zamanda, canlı organizmaların sahip oldukları tüm yapı ve organlar için geçerli
bir ihtimaldir. Şu durumda günümüzde gördüğümüz muhteşem canlı çeşitliliğinin
mutasyonlarla meydana gelme ihtimalinin imkansız olduğu açıktır.
1. Mutasyon Canlı DNA'sı oldukça kompleks bir yapıya sahiptir. Rastgele her türlü müdahale, bu yapıya ancak zarar verecektir. Bu ise hasta, sakat ve ölü organizmaların oluşmasına sebep olacaktır. |
Evrimci
George G. Simpson, söz konusu mutasyon iddiası ile ilgili bir başka hesaplama
daha yapmış ve her gün yeni bir jenerasyon oluşturabildiğini varsaydığımız 100
milyon bireylik bir topluluk içinde, mutasyonlardan elde edilebilecek olumlu
bir sonucun ancak 274 milyar yılda bir meydana gelebileceğini itiraf etmiştir.
Bu sayı, 4.5 milyar yıl olarak tahmin ettiğimiz Dünya'nın yaşının yüzlerce kat
üzerindedir.43 Tabi tüm bunlar, mutasyonların
olumlu bir etkisinin olduğunu veya yeni jenerasyonlar meydana getirebildiğini
varsaydığımızda ortaya çıkan hesaplamalardır. Fakat gerçek dünyada böyle bir
varsayıma yer yoktur.
Tüm
evrimci bilim adamları bilmektedirler ki, bir canlının DNA'sında durup dururken
bir kopyalama hatasının meydana gelme ihtimali son derece düşüktür.
Araştırmalar hücrelerde genetik hataların oluşmasını engelleyecek koruma
unsurlarının var olduğu gerçeğini ortaya çıkarmıştır. DNA bilgisi, birbirini
hatalara karşı kontrol eden birbirinden farklı sayısız enzim var olmadan
kopyalanamaz. Bunlar doğru amino asidin doğru tRNA'ya bağlandığına emin
olunması için çift süzgeçli enzimleri içerir. Bir süzgeç fazla büyük amino
asitleri reddederken, diğeri fazla küçük olanları reddeder. Bu son derece
hassas ve akıllı bir sistemdir. Bu akıllı sistemde hata meydana gelmesi
ihtimaline karşı son kontrolü yapan enzimler de mevcuttur. Bilim adamları,
kendi akılları dahilinde DNA'nın bütünlüğünü korumaya yönelik daha iyi bir
hücresel kontrol ve koruma sistemi hayal edemedikleri sonucuna varmışlardır.44
30
yıl boyunca Sorborne evrim kürsüsü başkanlığını yapan Pierre Paul Grassé bu
konuyla ilgili olarak şunları yazmıştır:
Rüzgarla
taşınan tozun Dürer'in "Melancholia"sını oluşturma ihtimali, gözü
oluşturan DNA moleküllerinde meydana gelebilecek bir kopyalama hatası
ihtimalinden çok daha küçüktür.45
Darwinistler,
DNA'daki bu mucizevi sistemi görmezden gelir, bu konuyu derinlemesine araştırıp
buna açıklama getirmekten kaçınırlar. Fakat bir yandan da meydana gelme
ihtimali neredeyse imkansız olan kopyalama hataları üzerine bir yaşam tarihi
senaryosu meydana getirirler. Bu, Darwinist mantığın hezimetini bir kez daha
gözler önüne sermektedir.
Darwin'in
öne sürdüğü doğal seleksiyon iddiasının evrim için kesin olarak bir açıklama
olmadığının anlaşılmasının ve genetik kanunlarının Darwinizm'e bir darbe olarak
ön plana çıkmasının ardından, Neo-Darwinizm'in en büyük silahı olarak ortaya
çıkarılan "mutasyonların evrimleştirici etkisi" iddiası, görüldüğü
gibi bir aldatmacadan ibarettir. Canlı organizmayı bozan, öldüren, yok eden,
kimi zaman ondan sonraki tüm nesilleri etkileyerek zarar veren mutasyon gibi
bir mekanizmanın yepyeni canlılar ortaya çıkardığını iddia etmek kuşkusuz büyük
bir saçmalıktır. Fakat kitleler, yıllar boyunca bu yalan ile kandırılmışlardır.
Elbette Darwinist bilim adamları da mutasyonların böylesine mucizevi bir gücü
olamayacağını bilmektedirler. Nitekim çağımızın en ateşli Darwinistlerinin
başında gelen Richard Dawkins bile; "Mutasyonların
çoğu zararlıdır, istenmeyen bir yan etkinin ortaya çıkması oldukça muhtemeldir"46 sözleriyle
bu gerçeği itiraf etmiştir. Darwinistlerin hala bu çürük iddiayı evrimin bir
mekanizması olarak sunmaya çalışmaları ve bunda hala ısrarlı olmaları, batıl
Darwinizm dinine bağlılıklarından kaynaklanmaktadır.
DİPNOTLAR
33. Stephen C. Meyer, "Word Games: DNA, Design, and Intelligence," Signs of Intelligence: Understanding Intelligent Design, ed. William A. Dembski, James M. Kushiner, Brazos Press, 2001, s. 109-110
34. Charles Darwin, The Origin of Species, 6th edition, 1859 (London: J.M. Dent and Sons Ltd., 1971) - Nicholas Comninellis, Creative Defense, Evidence Against Evolution, Master Books, 2001, s. 84
35. Colin Patterson, "Cladistics", Brian Leek ile Röportaj, Peter Franz, 4 Mart 1982, BBC.
36. Lee M. Spetner, Not By Chance, Shattering the Modern Theory of Evolution, The Judaica Press Inc., 1997, s. 175
37. Nicholas Comninellis, Creative Defense, Evidence Against Evolution, Master Books, 2001, s. 74-75
38. Jonathan Welss, Ph.D., The Politically Incorrect Guide to Darwinism and Intelligent Design, Regnery Publishing Inc., Washington, 2006, sf.34
39. Jonathan Welss, Ph.D., The Politically Incorrect Guide to Darwinism and Intelligent Design, Regnery Publishing Inc., Washington, 2006, sf.36
40. Jonathan Wells, Evrimin İkonları, Gelenek yayınları, Ocak 2003, s. 172-173
41. Gordon Rattray Taylor, The Great Evolution Mystery, Sphere Books Ltd., 1984, s. 4
42. Gordon Rattray Taylor, The Great Evolution Mystery, Sphere Books Ltd., 1984, s. 230
43. Nicholas Comninellis, Creative Defense, Evidence Against Evolution, Master Books, 2001, s. 81
44. Nicholas Comninellis, Creative Defense, Evidence Against Evolution, Master Books, 2001, s. 74-75
45. Nicholas Comninellis, Creative Defense, Evidence Against Evolution, Master Books, 2001, s. 81
46. Richard Dawkins, The Extended Phenotype, Oxford University Press, 1999, s. 141
Yorumlar
Yorum Gönder